Zehirli | Konular | Kitaplar

KUR'AN'I KENDİLERİNE GÖRE YORUMLAYANLAR

Bid'at mezhepleri, Ehl-i Sünnet alimlerinin tutarlı ve dirayetli delilleri karşısında tutunamamış, çoğunluğu yok olup gitmiştir. Fakat, kitaplara geçen ve nesilden nesile devam eden görüşlerinin yok olup gittiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Bu gün dahi, taassup ve katılıkta haricîleri aratmayan kafa yapısıyla her yerde karşılaşmak mümkündür.

Geçmişte ortaya çıkan bozuk itikadî mezheplerin hemen tamamı Kur'an'a dayandıklarını iddia ediyorlar ve ileri sürdükleri görüşleri destekler gibi görünen her ayeti muhaliflerine karşı bir koz olarak kullanıyorlardı.

İlk asırda meydana çıkan Mu'tezile, Cebriyye ve Haricîlik gibi zahirperest mezhepler, ayetleri tefsir ederlerken Hz. Peygamber s.a.v.'in konuyla ilgili yorumlarını dikkate almıyorlardı. Sadece ayetin zahirine sarılıyorlardı. Hz. Ali r.a. başta olmak üzere, henüz aralarında bulunan Sahabe-i Kiram'ın büyüklerinin dahi görüşlerine aldırış etmiyorlardı. Arap dili ve edebiyatını iyi bilen alim ve müçtehitlerin görüşlerine itibar eden de yoktu. O yüzden Allah'ın ayetlerini diledikleri şekilde tevil ve tefsir edebiliyorlardı. Böylece her bid'at ve dalâlet sahibi, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini Kur'an-ı Kerim'den çıkardığını söylüyordu. Nihayet günümüzde olduğu gibi, İslâm dinini içinden çıkılmaz bir hale getirmişlerdi.

Haricî zihniyet

Mesela Haricîler, bu ümmetin kutup yıldızları mesabesinde olan kimseleri kâfir ilan ediyorlardı. Bunların kâfir olarak ilan ettikleri arasında -hâşâ- Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr r.a. efendilerimiz gibi büyük sahabilerden başka, müminlerin annesi Hz. Aişe r.a. da vardı. Hz. Ali r.a.'ı şehit eden bir Haricî militanıydı. Onlar, kendileri gibi düşünmeyenleri, büyük ve küçük günah işleyenleri, devlete karşı isyan ettiklerinde kendilerine iştirak etmeyenleri de kâfir sayıyor, bunları acımasızca öldürmekten çekinmiyorlardı. Hatta kendilerine katılmayan şahısların evdeki kadın ve çocuklarının kanlarını akıtmayı dahi mübah görüyorlardı.

İşte bunlar da Kur'an'a göre hareket ettiklerini söylüyor, yaptıkları vahşet ve fecaate güya ayetlerle delil getiriyorlardı.

Dünya ve ahiretin huzur ve saadet kaynağı olan Kur'an'dan böyle bir vahşeti çıkarabilmek gerçekten büyük marifet ister, ama insanın basireti kör, vicdanı çirkef, kalbi de cîfe haline gelirse bunu yapabilir.

Kur'an ve Sünnet'i kişisel din ve dünya görüşü için bir malzeme kabul edenlerin, Ashab-ı Kiram'a sevgi beslemeyenlerin, Ehl-i Sünnet yolundaki alimlerin sözünü dinlemeyenlerin ve Allah dostlarına muhabbet duymayanların akıbeti işte budur. Geçmişte de günümüzde de bu tiplerin katılık, sertlik ve taassuptan kurtulabilmeleri, akl-ı selim ile düşünebilmeleri, vicdanlarının duyarlı olabilmesi, tevbe edip bağnazlıktan dönmedikçe katiyyen mümkün değildir.

Şaşılacak görüşler

Peygamber ve Allah dostlarını aracı yaparak Hakk'a iltica eden velileri, tasavvuf erbabını, müminleri, müşrik ve kâfir ilan eden zihniyetle; Haricî, Mu'tezilî zihniyet arasında ne fark vardır? Hâşâ Hz. Ali'ye kâfir diyenle, Allah'tan başka hakiki fail ve irade tanımayan, Kur'an ve Sünnet'in en küçük edeplerine dahi riayet eden bir veliye kâfir diyen zihniyet aynı değil midir? İslâm'a göre, mümin olduğuna dair en küçük belirti taşıyanları dahi mümin saymak esas iken; geçmişten günümüze kadar gelen yüzbinlerce has veliyi ve milyonlarca mümini kâfir ilan etmek hangi insafa, hangi kitaba sığar? Cenab-ı Hakk :

“Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, ‘sen mümin değilsin' demeyin.” (Nisa, 94) buyurmuyor mu? Allahu Tealâ'ya ulaşmak için bir peygamber ya da Hak dostunu vesile edinen mümine kâfir demekle, bu asra kadar gelen yüzmilyonlarca mümine de kâfir demiş olunmaz mı? O zaman geriye kaç tane müslüman kalır? Buharî ve Müslim'de geçen sahih bir hadis-i şerifte: “Mümin kardeşine kâfir diyen bir kimse, karşıdaki öyle değilse küfür (kâfirlik) kendisine döner” diye ikaz edilmiyor mu?

Şu halde aklı ve vicdanı tefessüh etmemiş hangi mümin, kendisini ateşten gayet emin görüp, zebanilerin yerine geçerek müslümanları cehenneme doldurma cüretini gösterebilir? Dar düşünceler… Dar görüşler…

Manası çarpıtılan ayet

Söz buraya gelmişken velileri inkâr edenlerin ayet-i kerimelere verdikleri çarpık manalardan bir örnek verelim:

Haricîler ortadan kalktıktan sonra onların izinden giden Vahhabîler , Haricîliği günümüze taşımışlardır. Onca ayet ve hadislere rağmen tevessül manasındaki şefaati inkâr ettikleri için, Mutezile mezhebini de aratmamışlardır. Şirkle ilgili ayetlerin manasını tamamen çarpıtarak Lat, Hubel, Uzza gibi putlarla; yeryüzünde tevhidin direkleri olan mürşid-i kâmilleri aynı kefeye koymuşlar; Allah'a ortak koşan müşriklerle, gece gündüz Rabbini tesbih ve tenzih eden müminleri bir tutmuşlardır. Bütün sûfileri putperest saydıkları için de, kanlarını dökmeyi helal ve meşru bir eylem olarak görmektedirler.

Hz. Ömer r.a.' ın oğlu Hz. Abdullah'ın Haricîler hakkında buyurduğu gibi, “gerçekte onlar müşrikler hakkında nazil olan ayetleri müslümanlar için kullanmışlardır” (Buharî). Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulur : “Onlar iman ehlini öldürür, küfredenleri ve putlara tapanları bırakırlar.” (Buharî, Müslim)
Bu taifenin inkârlarına delil olarak en çok ileri sürdükleri ayetlerden biri de Allahu Tealâ'nın şu mealdeki mübarek kelâmıdır:

“Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar (veliler) edinenler: ‘Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler.” (Zümer, 3)

Yukarıdaki mana, tefsirlerin hemen tamamının üzerinde ittifak ettiği bir manadır. Diyanet Vakfı'nın çıkardığı mealde de böyle yazmaktadır. Fakat onlar ayette putlar için kullanılan “veli: dost” kelimesinin “Allah dostları” olarak bilinen “veliler” şeklinde anlaşılması için özel bir gayret sarf ederek şöyle mana vermişlerdir:

“İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz' derler.”

Bu manayı verdikten sonra işi daha da ileri götürmüşlerdir. Velileri seven ve onlarla Hakk'a tevessül edip şefaatlerini uman müminleri mürşidlerine ibadet ediyor gibi göstererek, onları ayette anılan müşriklere benzetmeye çalışmışlardır. Böylece Allah'a ortak koşulan cansız putlara secde edenlerle, Cenab-ı Hakk'a secde edenleri bir tutmuşlardır.

Ayetlerden cevaplar

Onların sakat anlayışını daha başından reddeden bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Her biri kâmil birer mümin olan velilerin yoluna uymamızı, onları dost edinmemizi emreden ayetlerden bazıları şunlardır:

“Bana yönelen kimsenin (kâmil müminin) yoluna uy.” (Lokman, 15)
“Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden müminlerdir.” (Maide, 55)

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin.” (Âl-i İmran, 28)

“Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119)

Evet; Allahu Tealâ başta veliler olmak üzere bilumum kâmil müminlerle dost olmamızı emrediyor. Demek ki ayette zikredilen “Allah'tan başka veliler”den kasıt, müminler değildir. Putlar ve şirk koşulan diğer varlıklardır. Zaten ayet-i kerime de putperest müşrikler hakkında nazil olmuştur.

Mekkeli müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlara ibadet ediyorlardı. Hatta peynir ve helva gibi yiyeceklerden yaptıkları putlara tapıyor, acıkınca da bunları yiyorlardı. Gerçi fıtratları gereği; yerleri, gökleri, kendilerini yaratan, öldüren, dirilten, rızık veren bir Allah'a inanıyorlardı. (Bakınız: Lokman, 25; Yunus, 31; Zuhruf, 9, 87) Fakat inandıkları bu yüce varlığa ortak koşmaktan da geri durmuyorlardı. Ayet-i kerimede belirtildiği üzere, Peygamber s.a.v. Efendimiz'i suçlayarak: “İşte tutmuş, bunca ilâhı tek bir ilâh yapmış. Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!” (Sa'd, 5) diyorlardı. Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bunca insanın, çeşitli emel ve duygularını yalnız tek bir mabudun tatmin edebileceğini düşünemiyor, her şeyin hükümranlığının O'nun elinde (Yasin, 83) olduğunu anlayamıyor ve tevhide şaşıyorlardı. Ancak sorulduğu zaman bu müşrikâne hareketlerini doğru göstermek için, putlarla ilgili olarak “biz onlara ibadet etmeyiz. Sadece bizi Allah'a yaklaştırmaları için onlara ibadet ediyoruz” diyorlardı. İşte bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak, onların cahilce mazeretlerini yüzlerine vurarak ahirette hükmünü vereceğini beyan etmektedir.

Hıristiyanların İsa Aleyhisselam'ı, yahudilerin de Üzeyr Aleyhisselam'ı Allah'a ortak koşmaları da bu kabildendir. Bunlar, Hakk'ın dışında herhangi bir varlıkta güç ve kudret vehmettikleri için müşrik olmuşlardır. Yani İsa ve Üzeyr Aleyhisselam'da Allah'ın yarattığı bir kudret yerine, müstakil bir kudret vehmetmişlerdir.

Sûfiler, Ehl-i Sünnet itikadına sahiptir

Sûfiler, (fenâ fi'l-ef'âl, fenâ fi's-sıfat ve fenâ fi'z-zât mertebelerinde) Hakk'ın fiil, sıfat ve zatından başka bir şey müşahede etmezler. Ayrıca O'nun dışında herhangi bir mahlukta kudret tevehhüm edilmesine, Allah'tan başka hakiki bir fail kabul edilmesine şiddetle karşı çıkarlar. “Yardım etti, yedirdi, içirdi, oturdu, kalktı” gibi sözler de mecazidir. Gerçekte yardım eden, yediren, içiren, oturtan, kaldıran Allah'tan başka bir varlık yoktur. Ne bir peygamber, ne bir veli, ne de herhangi bir yaratık Allah'ın irade ve kudreti olmadan yerinden kımıldayamaz.

“De ki: Allah, her şeyi yaratandır. O, birdir. Her şeye üstün ve kahredicidir” (Ra'd, 16).

Şu halde salih amelinden dolayı kendisiyle tevessül edilen kâmil zatın fiilleri de Allah'a aittir. Ancak Allah dilediği zaman onlar için zor olan bir iş de yoktur. Tıpkı Hz . Peygamber s.a.v.'in Ay'ı iki parça etme mucizesi ve kuru bir ağacın yeşerip Hz. Meryem'e hurma vermesi, kerameti gibi. (Meryem, 24-25)
Kur'an ve hadislerde anlatılan çeşitli mucizeler, kerametler uydurma olmadığı gibi, diğer zaman ve mekânlarda yaşayan, milyonlarca insanın müşahede ettiği velilerin kerametleri de uydurma değildir.

Kâmil zatlarla tevessül

“Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın” (Maide, 35) ayetinde geçen tevessül, yakınlaşmak ve yakın olmaya yarayacak şeyleri aramaktır. Mesela herhangi bir isteği olan kişinin, “ ya Rabbî şu sıkıntımın giderilmesi için filan amelimi vesile ederek senden istiyorum” ya da “filan zatın hatırına senden istiyorum” demesi gibi. Hadis-i şeriflerde bunun çok örneği vardır. Ancak biz yerimizin darlığı sebebiyle bunlardan iki örnek vereceğiz. (Geniş bilgi için “Rabıta ve Tevessül” adlı esere bakınız.)

Hz. Peygamber s.a.v. gözlerinin açılmasını isteyen âmâ bir zata şu tavsiyede bulunur: “Güzel bir abdest al, sonra iki rekat namaz kıl, akabinde de şöyle dua et: Ya Rabbi ben senden istiyorum, rahmet peygamberi ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed, şu ihtiyacımın görülmesi için seninle Allah'a yöneldim. Ya Rabbi, O'nu benim hakkımda şefaatçi kıl.”

Osman b. Huneyf r.a. diyor ki: “Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.'in huzurundan ayrılmamıştık, tekrar geldi. Baktık ki gözleri iyi olmuştu. (Tirmizî, İbn Mace, Ahmed bin Hanbel)

Hz. Ömer r.a.' ın hilafeti esnasında bir ara şiddetli bir kuraklık olmuştu. Efendimiz s.a.v.'in amcası Hz . Abbas r.a.'ı yanına alan Hz. Ömer, onu vesile kılarak şöyle dedi: “ Allahım, bizler daha önce peygamberimizi vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise peygamberimizin amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et.” Bunun üzerine yağmur yağdı. (Buharî)

Görüldüğü gibi mübarek zatlarla tevessül edenlerin başında Hz . Peygamber s.a.v. ve Sahabe-i Kiram'ın büyükleri gelmektedir. Ayrıca diğer peygamberler, Tabiîn ve alimlerin yaptığı tevessül örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Bütün bu delillere rağmen müminlere kâfir diyen dalâlet ehlinin hidayeti için dua etmekten başka çare yoktur.

Yukarıda örneği görüldüğü gibi, yüzlerce bid'at sahibi ve dalâlet ehli, sapık bilgilerini, bozuk işlerini, Kur'an ve hadisten çıkardıklarını söylemektedirler. Biz de kendimizi müçtehit yerine koyup bu iki kaynaktan hüküm çıkarmaya kalktığımızda -Allah korusun- aynı duruma düşebiliriz. Öyleyse Kur'an ve Sünnet'e uygun itikat etmek için, İmam-ı Rabbanî Hazretleri'nin 157. mektubunda ısrarla üzerinde durduğu gibi, Ehl-i Sünnet alimlerinin anladıklarına uymak lazımdır.
Zira bizim anladığımız şeyler, Ehl-i Sünnet alimlerinin anladıklarına uymuyorsa hiçbir kıymeti yoktur.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tasavvufî kavramlara şiddetle karşı çıkan Vahhabîler, gayet sert, katı ve sivri bir tutumla Allah'ın ayetlerini kendi düşünceleri doğrultusunda yorumlamışlardır. Yorumlarından elde ettikleri son derece yanlış şablonu Allah dostlarına ve müminlerin büyük çoğunluğuna tatbik etmişler, böylece onları müşrik saymakta sakınca görmemişlerdir.

Vahhabîlerin Kur'an ayetlerini kendilerine göre yorumlamalarının en çarpıcı örneklerinden biri, mübarek zatlar vesilesiyle Allah'tan yardım dileyenleri, onlardan himmet isteyenleri, -hâşâ- Allah'ı devre dışı bırakıp da O'nun dostlarından yardım istiyor gibi değerlendirmeleridir.

Bu değerlendirmeyi yaparken, Fâtiha Suresi'nde geçen “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki mübarek ayeti de kafalarındaki şablona göre yorumlayarak, müminlere karşı sürekli bir balyoz gibi kullanmışlar ve kullanmaya da devam etmektedirler.

Yardım istemek şirk mi?

Halbuki bu ayet-i kerime maddi ve manevi konularda herhangi bir yaratıktan yardım istemeye mani değildir. Eğer öyle olacak olsaydı evliyadan yardım isteyen de, birinden para yardımı isteyen de, düştüğü kuyudan çıkmak için imdat isteyen de şirke düşmüş olurdu. Böylece dünyada hiçbir müslüman kalmazdı. Oysa müminlerin birbirleriyle yardımlaşmasını isteyen bizzat Allahu Tealâ Hazretleridir.
“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın. Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 2)

Bu ayet-i kerimeyle yardımlaşmak Allah'ın emri olduğuna göre, yardım istemek de hiç şüphesiz caiz ve çoğu kere de zaruridir. Nitekim sahabenin hayatında bunun herkesçe bilinen sayısız örnekleri vardır.

Fakat önemli olan maddi ve manevi bütün konularda, gerçek yardım edenin Allah olduğuna itikat etmektir.

Zira kullar, melekler, cinler gibi canlı ve şuurlu varlıklar; hayvanlar gibi şuursuz varlıklar; madde gibi cansız varlıkların tamamı, söz konusu yardıma birer vesile ve vasıtadır. Hakiki fail değildir. Ancak Allah diler ve yaratır, yani onlara yardım etme kudreti ihsan ederse bunların bir yardımı olabilir. Çünkü hakiki manada O'ndan başka dileyen, yaratan, fayda ve zarar veren bir varlık yoktur. Kadir-i Mutlak Hazretleri dileyip yaratmadan kimsenin kimseyi kurtarması, yardım etmesi mevzu bahis olamaz. O yüzden evliyadan yardım isterken de, dünyevî konularda herhangi birinden yardım isterken de hakiki veren ve alanın Allah olduğuna itikat etmeli, bu niyetle nazarını O'na dikmelidir.

Hz . Peygamber ve sahabilerde tevessül

Fahr -i Kainat s.a.v. Efendimiz de aynı şekilde davranmış, elini açıp Rabbi'ne iltica eden bütün müminleri vesile edinerek: “ Allahım! Senden dileyen kişilerin hakkıyla senden dilerim.” (İbnu Mace , Ahmed b. Hanbel) diye yalvarmıştır.

O, bütün günahlardan masum ve beşeriyetin en yüksek mertebesinde iken tevessülde bulundu. Hz . Ömer r.a. da mertebece daha üstün olduğu halde, Hz . Abbas'ı vesile edinerek Allah'tan yağmur istedi (Buharî) ve anında yağmur indi.

Hz. Peygamber ve sahabenin hayatında daha birçok tevessül örnekleri vardır. Tevhidin bayrağı hükmündeki bu zatlar en yüce mertebelerde bulunmalarına rağmen tevessülde bulunuyorlar, duaları kabul ediliyor, sevap kazanıyorlardı. Onlar şirk ve tevhidin ne manaya geldiğini -hâşâ- bilmiyorlar mıydı? Yoksa -haşa- biz onlardan daha faziletli ve daha bilgili olduğumuz için mi tevessüle karşı çıkıyoruz? Bu gerçekten anlaşılması zor ve garip bir tavırdır.

“ Ya Rabbi filan zatın hakkı için duamı kabul eyle” ya da “medet ya filan”, “himmet ya şeyhim” diyen bir mümin, aşağıda da izah edileceği gibi, mübarek zatlar vesilesiyle Cenab -ı Hakk'tan dilekte bulunmaktan başka bir şey yapmıyor. Yani “Yalnız senden yardım dileriz” ayetinde olduğu gibi sadece Allah'tan istiyor. Çünkü Allah'tan başka hakiki bir fâil ve yaratıcı tanımıyor. Öyleyse bu insana hangi insaf ve adaletle “sen yukarıdaki ayet-i kerimeye aykırı hareket ettin, dolayısıyla müşrik oldun” denilebilir? Bir hakikat nasıl olur da bu kadar ters yüz edilip milyonlarca mümine kâfir denilebilir? Böyle bir anlayıştan, dünya üzerinde tek bir mümine dahi kâfir demekten Allah'a sığınırız.

“Yalnız senden yardım dileriz” ayeti ve tevessül

Kendilerine “Selefî” adını veren Vahhabîlerin aksine, bu ayet-i kerime açık bir biçimde tevessüle işaret etmektedir. Nitekim cemaatle ve cemaatsiz olarak kıldığımız namazların bütün rekâtlarında, Arafat'ta vakfede, kendisiyle Rabbimize iltica ettiğimiz bu ayette, çoğul sigasıyla “biz” ifadesini kullanıyoruz. “Sadece senden isteriz” diyoruz, “sadece senden isterim” demiyoruz.

Tefsirlerin belirttiğine göre, bu ifadeyle aynı ayeti okuyan veya bu ayetteki duaya amin diyen bütün müminleri cemaat olarak yanımıza alıyor, kendi istek ve dualarımızı onlarınkine katarak hep birlikte yalvarmış oluyoruz.

Meselâ büyük bir camide kalabalık bir cemaatle Cuma namazı kıldığımızı düşünelim. Binlerce mümin o duaya kilitlenmiş: “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” diyor.

Padişahın kapısında kalabalık bir cemaat toplanmış. İçlerinde padişahın çok sevdiği, isteklerini hiç geri çevirmediği, kişiler var. Fakat isteyenler arasında yüzlerce kere padişaha isyan etmiş suçluların sayısı daha fazla. Bunlar mahcubiyet içinde iyilere katılmışlar. İyiler de kendileri gibi iyileri siper edinerek birbirlerine dayanmışlar. Herkesin elinde hediye var. Bazıları pırıl pırıl , bazıları ise yaralı bereli. Topluca hediyelerinin kabulünü ve ihtiyaçlarının karşılanmasını arzu ediyorlar. Hep bir ağızdan “istiyoruz” diye yalvarıyor, padişahın kereminden dileniyorlar.

Padişah çok cömert. Cömertlik onun şanından. Bu yüzden iyilerin hediye ve isteklerini kabul edip kötülerinkini reddetmek şanına uygun değil. Zaten dilenenler de “ben” diye istemiyor, “biz” diye istiyorlar. Yani ya hep, ya hiç. Hepsini reddetse bu sefer de içlerinde sevdiği, isteklerini geri çevirmediği iyiler var. Kötüler önlerine iyileri alıp gelmişler. Hep birlikte yalvarıyorlar, feryatları Arş-ı Alâ'yı titretiyor. Hal böyle olunca, o da lütuf ve kereminin gereği isteyen herkese veriyor.

Kadı Beydavî'nin , Envâru't -Tenzîl ve onun haşiyesi Şehzâde adlı tefsirlerde yer alan bu hakikati biz bir misalle anlatmaya çalıştık. Misalde belirtildiği gibi, günahkârlar kusurla dolu ibadetlerini ve ihtiyaçlarını salihlerle bir arada Allah'a takdim ediyorlar. İyiler hürmetine ibadetlerinin kabulünü ve ihtiyaçlarının karşılanmasını istiyorlar. “Yalnız senden yardım dileriz” derken, çoğul sigasıyla “biz” ifadesini kullanarak, “içimizde bulunan salihler ve velilerle sana yalvarıyor ve yalnız senden yardım bekliyoruz” demiş oluyorlar. Allahu Tealâ da kerem ve lütfuyla hepsinin ibadetini kabul edip ihtiyaçlarını karşılıyor. Bu da tevessülden başka bir şey değildir.

“Himmet şeyhim” demenin anlamı

“Himmet şeyhim”, medet ya filan” diyen kimsenin mecaz olarak kullandığı bu ifadelerden maksadı şudur: Ey şeyhim, bu günahkâr müridin için Allah'a yönelip O'ndan iste, O'na yalvar da şu durumdan kurtulayım veya şu işim olsun”. Bu ifadelerde ne gibi dinî bir mahzur olabilir?

Talip kişi bunu şeyhinden uzakta söylese de yine bir şey olmaz. Çünkü Allah dilerse mürşidi onu işitir ve durumuna muttali olur. Esasen o gibi zatların kalp ve ruh latifeleri çok geniştir, bütün alemle münasebet halindedir. Hatta ehl -i keşfin beyanına göre, alem onların kalp latifesi içinde bir nokta kadardır. Fakat bu durumu zahir ehlinin anlayamayışına şaşmamak lazımdır. Çünkü böylelerinin hayatlarında bu tip manevi meseleleri idrak etmelerine yardımcı olabilecek tablolar ya hiç yoktur ya da bunların üzerinde düşünüp ibret almamışlardır.

Söz buraya gelmişken şu misali verelim: Büyük Veli Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri kendi eseri “ Vâkıât ” da anlatıyor. Şeyhi Üftade Hazretleri'nin yanında terbiye görüyordu. Henüz 3-5 aylık mürid iken, her geçen gün birçok manevi hallere mazhar olmuştu. Bir defasında şeyhinin huzuruna çıktı ve dedi ki:

- Efendim, himmetinizin bereketiyle bir halle karşılaştım. Gördüm ki Bursa'da oturduğum yerde elim İstanbul ve Mısır'a kadar ulaşıyor. Oralarda herhangi bir şey üzerinde rahatlıkla tasarruf edebiliyorum.

Üftâde Hazretleri buyurdu:

- Evladım senin bu dediğine tasavvufta meddü'l-cism derler. Bundan çok daha öteleri vardır. Senin yaşadığın bu hal, onların yanında bir şey değildir. Fakat sana şu faydası var ki, bizzat kendin yaşadığın için, artık bu ve benzeri halleri inkâr etmezsin.

Evet, bu bir keramettir. Allahu Tealâ dilediği kuluna ihsan eder. Her velinin kerameti olması da şart değildir. Fakat ekseriyetle kâmil velilerde bu gibi haller milyonlarca sûfiler tarafından görülmüş ve yaşanmış hadiselerdir. Bunların yalan üzerine ittifak etmeleri de âdeten imkansızdır. Her şey Allah'ın kudret elindedir. Dilerse müridinin himmet talebini mürşidine ulaştırır. Hatta meleklerini kulunun imdadına yetiştirdiği gibi, veli kulunu da yetiştirebilir ve onun üzerinde tasarruf ettirebilir.

“Benim kendime bile faydam yok”

Vahhabîler yanlış tefsir ettikleri şu ayet-i kerimeyi ileri sürerek yine yanlış sonuçlara ulaşmaktadırlar. Allahu Tealâ , Hz . Peygamber s.av. Efendimiz'e hitaben: “De ki: Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bilseydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.” ( A'raf , 188) buyuruyor. O bile kendine fayda veya zarar veremezken, nasıl oluyor da bir şeyh müridinin imdadına yetişiyor, tasarruf ediyor?
Evet, Allah dilemeden hiçbir kimsenin kendine dahi fayda ve zararı olamaz. Hatta parmağını bile kımıldatamaz. O yüzden mecazî anlamda kullanılan “doktor beni iyileştirdi, filan beni doyurdu, filanca filanı öldürdü, Azrail filanın canını aldı” gibi sözleri konuşurken, hakiki fâil olan Halık-ı Zülcelâl Hazretlerine iman etmek gerekir.
Fakat bu ayet-i kerimeyi Hz . Peygamber s.a.v.'in mucizelerini inkâr etmek için ileri sürenler de dinden çıkar. Çünkü başta Kur'an olmak üzere, onun çok sayıda gaybdan verdiği haber vardır. Ayrıca ayı iki parça etmek, çakıl taşlarını kâfirlerin üzerine fırlattığında onları dağıtması gibi pek çok harikaları vardır. Bunların bir kısmı ayetle sabittir.

Demek ki yukarıdaki ayette Hz . Peygamber'in gaybı hiç bilmediği, herhangi bir olağanüstü tasarrufunun bulunmadığı anlatılmıyor. Sadece Allah'ın izni ile bunlara kadir olabileceğine parmak basılıyor.

Halbuki Kadir-i Mutlak olan Allah, peygamberlerinden başka meleklerine ve velilerine de tasarruf izni vermiş, onlara olağanüstü güç ve kudret ihsan etmiştir. Bu tasarruf, Vahhabîlerin anladığı gibi -hâşâ- Allahu Tealâ'nın iş ve yetkilerinin tamamını veya bir bölümünü başkalarına devretmesi manasında değildir. Bu düşünce küfürdür. Fakat Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri, saltanatı gereği dilediği işlerini dilediği şekilde meleklerine yaptırır. Bunlar ayet ve hadislerde belirtildiği üzere sayılamayacak kadar çok işlerdir. Aynen bunun gibi, Allahu Tealâ kendi muradı doğrultusunda, mübarek zatlardan dilediğine dilediği hususlarda tasarruf ettirir. Onlara olağanüstü güç ve kudret ihsan eder.

Ayet-i Kerimeyle bildirilen Hz. İsa a.s.' ın şu sözü, bunun açık delîlidir:

“Ben size çamurdan kuş biçiminde bir yaratık yapar üflerim, Allah'ın izniyle hemen bir kuş olur. Yine Allah'ın izniyle, anadan doğma körü ve abraşı iyi eder, ölüleri diriltirim ve size evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber veririm.” (Âl-i İmran , 49)

Görüldüğü gibi Allahu Tealâ , Hz . İsa a.s.'a yoktan bir kuş var etme, ölüleri diriltme, bazı hastalıkları iyi etme tasarrufu vermiş, kalp gözünü açarak gaipten haber verme imkanını bahşetmiştir. Yoksa -hâşâ- yetkilerinin bir bölümünü ona devredip kendisi aradan çekilmemiştir.

Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'in de yüzlerce mucizesi vardır. O da geçmişten ve gelecekten haberler vermiş ve bunların hepsi doğru çıkmıştır. Yine milyonlarca velinin milyonlarca kerametleri ve bunların geçmişten bugüne dek en az bir o kadar da şahitleri vardır. Dolayısıyla bunlara karşı gözünü kapamak, kulaklarını tıkamak, manevi körlük ve nasipsizlikten başka bir şey değildir.

Müminlere haksızlık ediliyor

Genel olarak sufîlerin bazı görüşlerine karşı çıkmalarıyla tanınan İbn-i Teymiyye ve onun izinden giden Muhammed Abduh , Reşit Rıza ve Şah Veliyyullah Dehlevî gibi zatlar, şefaat ve tevessül konusunda da aşırı gitmişler, sert davranmışlardır. Gerçi bazıları bunu tevhidi korumak gibi iyi bir niyetle yapmışlardır. Fakat sonraları onların fikirlerinden beslenen birçok kimse, işin tamamen çığırından çıkmasına da sebep olmuşlardır. Bu yüzden onlar ve özellikle kendilerine “selefî” adını takıp onların ardından gidenler, Haricîlere bile rahmet okutmuşlardır.

Son dönemde bu zevatın fikirleriyle uzun zaman meşgul olan ilahiyat hocalarının başında gelen Prof. Dr. Hayreddin Karaman'ın görüşleri konumuz açısından önem arz eder.

Fatiha Suresi'ndeki “ Allahım , yalnız senden yardım dileriz” cümlesinin tevessül ve şefaati dışlamadığını söyleyen Karaman, usulünce tevessül edenlerin şirkle bir alakası olmadığını belirterek şöyle der:

“Bu cümlenin mutlak ve genel olmadığı kesindir. Eğer böyle olsaydı, Allah'tan başka birinden herhangi bir yardım istemek bu ayetin kapsamına girseydi, bir insana ‘şu konuda bana yardım et' diyen herkes şirke düşmüş olurdu.”

Nasıl yardım istenmesi gerektiğini ise, şöyle izah eder:

“Bir kimse diğerinden bir yardım istiyorsa, yardım edecek şahsın ilahî yardıma vasıta olduğunu, Allah'ın o kulu vasıtasıyla bu kuluna yardım ettiğini düşünmeli, böyle bilmeli, böyle inanmalıdır.”

Tevessülü müşriklerin putlar vasıtasıyla yardım istemelerine benzetenlere de şu cevabı verir:

“ Kur'an -ı Kerim'in hassasiyet gösterdiği husus, Allah'tan başkasını O'nun yerine koymak veya O'na yaklaşmak, dileğinin kabulünü sağlamak için O'nun yerine bir başka şeye ibadet etmektir. Yani müşrikler putları araya koyarak, ‘bunların hürmetine dualarımızı kabul et' diye yalvarmıyor veya bununla yetinmiyor, doğrudan puta yalvarıyor ve ona ibadet ediyorlardı. Müminlerin Allah'a yalvarırken Peygamberimiz s.a.v.'i veya salih bir kulu araya koyarak, ‘ ya Rabbi, şu kulun için, onun senin katındaki makamı sebebiyle duamızı kabul buyur' demelerini şirke sokmak, müşriklerin yaptıklarına benzetmek doğru değildir.” (Hayatımızdaki İslâm, İstanbul, 2002)

Sonuç olarak, “ Allahım yalnız senden yardım dileriz” mealindeki ayet, müfessirlerin beyanlarına göre, tevessüle aykırı değildir. Bilakis ona işaret eden bir delildir. Alimlerin görüşlerine göre de, tevessül caiz ve faydalıdır.
Hz . Peygamber s.a.v. Efendimiz'in tevessülle ilgili şu duasıyla bitirelim:
“ Allahım ! Senden dileyen kişilerin hakkıyla senden dilerim.”


Kaynak: www.semerkanddergisi.com


17 yorum

yardım

selamun aleykum. Ben "yardımlaşın" kelimesinden ancak fiziki olarak daynışının, manevi olarak da birbirinize destek olun anlıyorum. Yoksa Allah'a birşey için dua ederken şunun hatrına veya bunun hatrına diye dua edin denmek istenmediğini anlayabiliyorum. Yalnız peygamberimizin s.a.v hürmetine birşey dilenilebilir Allah c.c den, ancak bunu kafamıza göre mümin gördüğümüz bir zat aracılığıyla yapmak tehlikelidir diyorum, selametle kalın

02.09.2009 - misafir

bildiğin kadar konuş

İslami hükümlerde sana göre öyle bana göre böyle diye bir şey olmaz. "Ben bu meseleyi şöyle anlıyorum....." Öncelikle İslam ile hangi ilimleri okudun. Malesef günümüzde islami hükümler konusunda bir söyleyecek kimse yoktur. Önce İslami ilimler iyice bilindikten sonra onunla amel etmiş olmak gerekir. Kimsenin kimseyi kafasına göre mümin görme hakkı da yoktur. Bu kişiler Cenab-ı Hak tarafından belli zaman aralıklarıyla gönderilir. Bu kişileri de bilenler bilir. Bilmeyenlerin vay haline..

08.04.2011 - misafir

Alttak ayetleri siz

Alttak ayetleri siz paylaşmışsınız...

“Sizin veliniz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rükû eden müminlerdir.” (Maide, 55)

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin.” (Âl-i İmran, 28)

“Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119)

paylaştığınız yukarıdaki 3 ayette(aynen böyle siz paylaşmışsınız) veli nerede? ilkinde namaz kılan zekat veren diyor, ikincisinde müminleri dost edinin diyor, 3.sünde de doğrularla beraber olun diyor..Burada veliler demiyor..Doğrular diyor üstteki ayette anlayacağınız üzere doğrular namaz kılanlar zekat verenlerdir..

Geleyim alttaki ayete...Bir kere çarpıtıyorsun niye ayetin hepsini paylaşmıyorsun...Ben senin sevdiğin ÖMER NASUHİ BİLMEN den ayetin hepsini paylaşayım...

Eğer kendisine hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana şerik koşasın diye sana zorlarlarsa o vakit onlara itaat etme ve kendilerine dünyada maruf veçhile musahip ol ve bana müteveccih olanların yoluna tâbi ol! Sonra dönüşünüz Bana'dır. Neler yapar olmuş olduğunuzu size haber vereceğim.

bak bu da ELMALILI

Bununla beraber o ikisi de sana sence hakkında bir ılim olmayan hiçi bana şerik koşturmağa uğraşırlarsa o vakıt onlara itaat etme ve kendilerine Dünyada ma'ruf surette musahabet eyle de bana yüz tutanın yolunu tut, sonra dönüb bana geleceksiniz de ben size yaptıklarınızı haber vereceğim

“Bana yönelen kimsenin (kâmil müminin) yoluna uy.”
(Lokman, 15)

bunu da geçtik senin paylaştığın ayetten veli diye bir şey kastedilmiyor...KAMİL MÜMİN demek illa veli mi olmak zorunda arkadaşım, devamlı SAPTIRIYORSUN okuduğum her ayeti saptırıyorsun bak senin dediğin ÖMER NASUHİ BİLMEN ve ELMALILI dan ayet i paylaştım daha ne istiyorsun...Hep yaptığım yorumlarda söyledim yine söyleyeyim ALLAH SANA(bu sitedeki yazıları yazanlara) HİDAYET ETSİN...

21.05.2011 - Faruk Tarık

KONULARI DİKKATLİ İŞLEMEK İÇİN

veli dediğiiniz kişiler Allah dostu olarak lanse ediliyor. Peki bunların Allah dostu olduğuna ve Allah ile irtibatta olduklarına dair bir vahiy mi var . Sonra hiç kimse kimsenin inancını bilmezler Allah Teala munafıklardan bahsederken onlar senin hoşuna gider ve görünüşleri sen aldatır mahiyette bir ayeti var(şuanda ayeti ahtırlamıyorum ama bu mealde olacak sanırım.) İbni abidin adlı esere bakarsanız şunun hakkı için veya şunun yüzüsuyu hürmetine diyerek Allaha vesile kılmayı 4 mezhep imamıda reddediyor. Siz görüşlerinizi ayetlerin manalarını kendi kafanıza göre yorumlayarak olayları çarpıtarak analtıyorsunuz. Benim size diyecek lafım yok. Allaha havale ediyorum sen ve senin gibileri.

20.10.2011 - misafir

Kimseye ders vericek degilim

Kimseye ders vericek degilim fakat

Ilkokul 1 den Universiteyi bitirene kadar ortalama 100 un uzerinde kitaptan egitim aliyorsunuz ve ezber yapiyorsunuz.Arkadaslar Kuran i (sadece 604 sayfayi) hayatina sokamadan,okumadan,yazilanlar o kadar kolay iken anlayamadan yapilan butun ibadetler yetersiz kalir.Din elestirilmez,kitap elestirilmez,
Hukumler bellidir degisen degiscek olan bisey yoktur sadece Hukumleri kabul et ve yerine getir.Mutluluk ve mukafat icin senden istenilen cok fazla birsey yok.

Yorum yapanlar Sucu sucla onlemeye kalkanlardir.Kuran hakkinda yorum yapilmaz deyip Kuran i hedef alip konusmuslar ama kaynak olarak kullanmamislar.

Kutuphanede yuksek sesle konusanlara "Sessizlik" diye bagirip herkesi rahatsiz eden kutuphane gorevlisine benzetiyorum sizi.

Anlamak icin sadece okuyun arkadaslar kimsenin soyledigine inanmayin.Inandiginiz insanlar kendi cikarlari yada gercekten yanlis bildigi dogrultuda sizi yonlendirebilir.herkes aradigi cevaplari icinde bulacaktir."Oku" diye aydinlandi karanliklar...

Klavuz Hoca dan degil Kuran dan olur.

28.11.2011 - misafir

CVP:Kimseye ders vericek degilim

Sen yeterki oku.. okumayı ve araştırmayı sevdiğin sürece doğruyu bulacaksındır..

eğer HOCA'ya itiraz etmek o ne dersi tersini yapmak ve kurandan da bunlara delil aramaksa senin amacın ümit edilir ki okurken aklın başına gelir

30.11.2011 - aklını başına al

şunun hakkı için veya şunun

şunun hakkı için veya şunun yüzüsuyu hürmetine diyerek Allaha vesile kılmayı 4 mezhep imamıda reddediyor. bu görüş yanlıştır iyi araştır .

07.12.2011 - misafir

Ebû Hanîfe şöyle der: « Hiç

Ebû Hanîfe şöyle der: « Hiç kimsenin Allah’tan başka biriyle Allah’a duâ etmesi gerekmez. Musâade edilen ve emredilmiş olunan dua, Allah’ın şu, (Allah ait güzel isimler vardır. O’nu o isimlerle çağırınız) âyetinden yararlanılarak yapılandır.

Ebû Yusuf ise şöyle der: « Falanın hakkı için veya peygamberlerden birisinin hakkı için Harem-i Şerîf yahut Meş’ar-i Harâm hakkı için duâ edilmesini kerih görürüm

23.02.2012 - misafir

1.”Gerçi fıtratları gereği;

1.”Gerçi fıtratları gereği; yerleri, gökleri, kendilerini yaratan, öldüren, dirilten, rızık veren bir Allah'a inanıyorlardı. (Bakınız: Lokman, 25; Yunus, 31; Zuhruf, 9, 87) Fakat inandıkları bu yüce varlığa ortak koşmaktan da geri durmuyorlardı “diyorsunuz :
Putları ortak koşarken ne yapıyorlardı; tazimmi, dua mı,tevekkülmü, bir şeyi yaratma mı ?
yerleri, gökleri, kendilerini yaratan, öldüren, dirilten, rızık veren bir Allah'a inanıyorlardı da okadar aptalmıydı bu insanlar bu putlardan ne bekliyorlardı(aracılık,şefaat olmasın)
“Atalarından beri şirke alışmış olan cahiliye kafası, bunca insanın, çeşitli emel ve duygularını yalnız tek bir mabudun tatmin edebileceğini düşünemiyor, her şeyin hükümranlığının O'nun elinde (Yasin, 83) olduğunu anlayamıyor ve tevhide şaşıyorlardı “diyorsunuz size Allah yetmiyormuda aracılar buluyorsunuz. Allahtan gizli bir şeyimi ona haber veriyorsunuz.
2.”Zaten ayet-i kerime de putperest müşrikler hakkında nazil olmuştur”. Diyorsunuz o zaman şu hiristiyanlara ,şu yahudilere,şu münafıklara diyelim . Kur’anın tamamı müslümanlara inmiştir .her ayet müslümanlarla ilgilidir bak sapıklar şunu yapıyor ey insan sen yapma yaparsan sen de sapık olursun diyordur. Sen yaparsan sen müslümansın bu ayet seninle ilgili değil mi diyorsunuz.
3.”Ancak sorulduğu zaman bu müşrikâne hareketlerini doğru göstermek için, putlarla ilgili olarak “biz onlara ibadet etmeyiz. Sadece bizi Allah'a yaklaştırmaları için onlara ibadet ediyoruz” diyorlardı” diyorsunuz ey zavallı kardeşim sende aynı şeyi diyorsun.tek fark senin putun yok(mürşidin var) o putlar önce salih kişlermiydi ne dersin?
4.”Hıristiyanların İsa Aleyhisselam'ı, yahudilerin de Üzeyr Aleyhisselam'ı Allah'a ortak koşmaları da bu kabildendir. Bunlar, Hakk'ın dışında herhangi bir varlıkta güç ve kudret vehmettikleri için müşrik olmuşlardır. Yani İsa ve Üzeyr Aleyhisselam'da Allah'ın yarattığı bir kudret yerine, müstakil bir kudret vehmetmişlerdir” diyorsun . peki rahiplerini rab yapan hiristiyanlar kim? Onlar rahiplaerinde güç vehmetmiyorlardı. Ya ne yapıyorlardı haram-helal-ibadet belrleme yetkisi veriyorlardı rahiplere.
Senin veliler değilmi peygamberin yapmadığı.hatmeyi,rabıtayı,teveccühü en sevap nafile sayan.nazarları ile brahman tanrısı gibi dağları yaerinden oynatan.her bidat sapıklıktır diye kim demiş.
5.”Sûfiler, (fenâ fi'l-ef'âl, fenâ fi's-sıfat ve fenâ fi'z-zât mertebelerinde) Hakk'ın fiil, sıfat ve zatından başka bir şey müşahede etmezler” diyorsun hiç bahsetmişmi resul bunlardan.sapık yunan felsefecilerinin diliyle konuşuyorsun.Alibilmez,selman bilmez,ömer blmez musab bilmez enes bilmez aişe bilmez bizim veliler bilir öylemi.(nasılda dönüyorsunuz diye soran kim?)
6.”Şu halde salih amelinden dolayı kendisiyle tevessül edilen kâmil zatın fiilleri de Allah'a aittir. Ancak Allah dilediği zaman onlar için zor olan bir iş de yoktur. Tıpkı Hz . Peygamber s.a.v.'in Ay'ı iki parça etme mucizesi ve kuru bir ağacın yeşerip Hz. Meryem'e hurma vermesi, kerameti gibi. (Meryem, 24-25)” diyorsunuz. Allah dilerse putlarda mürşit olamaz mı? Evet olur. Allahın gücü yetmez mi haşa? Yeter. Ama allah böyle şeyleri dilemez. Darda kalan sahabe niye ölümle sonuçlan şartlarda bile peygambere seslenip kurtulmadı. Allah niye kuluna vereceği şeyi bir kulu vasıtasıyla versin.

7.“filan zatın hatırına senden istiyorum” demesi gibi. “ diyorsunuz.
imamı azam bu dua şekline mekruh diyor. Siz hangi mezheptensiniz.
8”.Hz. Ömer r.a.' ın hilafeti esnasında bir ara şiddetli bir kuraklık olmuştu. Efendimiz s.a.v.'in amcası Hz . Abbas r.a.'ı yanına alan Hz. Ömer, onu vesile kılarak şöyle dedi: “ Allahım, bizler daha önce peygamberimizi vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise peygamberimizin amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et.” Bunun üzerine yağmur yağdı” diyorsunuz; Hz .Ömer niye allah resulünü vesile etmedi .hani kabirdekiler duyar dı. Ozaman ölülerle tevessül olmaz.
9.”. Ayrıca diğer peygamberler, Tabiîn ve alimlerin yaptığı tevessül örnekleri sayılamayacak kadar çoktur” diyorsunuz ;
bi saysana allah aşkına. Kerbelada şehid olan ehli beytin sizin kadar aklı yokmuydu niye dedeleri allah resulü(as) ile tevessül yapmadılar.
Hiçmi gavsınız kutbunuz yok, filstine,ırak’a, çeçenistana himmet etmiyorlar tevessül de bulunmuyorlar. Allah dilerse yaparlar değil mi. Emirlerie kulları aldıkları yetmedi sıra allaha gelmedi mi ?(haşa)
10.Bu değerlendirmeyi yaparken, Fâtiha Suresi'nde geçen “Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki mübarek ayeti de kafalarındaki şablona göre yorumlayarak, müminlere karşı sürekli bir balyoz gibi kullanmışlar ve kullanmaya da devam etmektedirler” diyorsunuz;
Kardeşim günde onlarca okuduğumuz fatihada bari bırakta Yalnız Allahtan yardım isteyelim. Sen istiyorsan ölüden,diriden,azizden,ayetullahtan,veliden,deliden yardım iste müslüman yalnız ALLAH tan yardım ister.
Yalnız allahtan yardım istemek suç mu ? aracı olmazsa olmaz mı? Velhasılı kelam: Allah bize yeter,ya size?

07.03.2012 - şahin

Kuranda

Ben size şah damarınızdan daha yakınım dyor Allah, peki islamda ruhban sımıfı Allahla kul arasında aracı var mı yok.
O halde bize şah damarımızdan daha yakın olana sesimizi duyurmak için başka birine ihtiyaç yok. Kalbimizden geçeni bile biliyor.

24.07.2012 - misafir

“Dikkat edin, halis din

“Dikkat edin, halis din Allah'ındır; O'nu bırakıp da putlardan dostlar (veliler) edinenler: ‘Onlara, bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz' derler.” (Zümer, 3)
Yukarıdaki mana, tefsirlerin hemen tamamının üzerinde ittifak ettiği bir manadır. Diyanet Vakfı'nın çıkardığı mealde de böyle yazmaktadır. Fakat onlar ayette putlar için kullanılan “veli: dost” kelimesinin “Allah dostları” olarak bilinen “veliler” şeklinde anlaşılması için özel bir gayret sarf ederek şöyle mana vermişlerdir:
“İyi bil ki, halis din yalnız Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler: ‘Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz' derler.”
Bu manayı verdikten sonra işi daha da ileri götürmüşlerdir. Velileri seven ve onlarla Hakk'a tevessül edip şefaatlerini uman müminleri mürşidlerine ibadet ediyor gibi göstererek, onları ayette anılan müşriklere benzetmeye çalışmışlardır. Böylece Allah'a ortak koşulan cansız putlara secde edenlerle, Cenab-ı Hakk'a secde edenleri bir tutmuşlardır.

Yukarda yazdıklarınız külliyen yalandır. Zümer:3 de put kelimesi ayetin orjinalinde geçmez, sizin sazınızı çalanlar parantez açarak ekliyorlar Put kelimesini.

29.07.2012 - YavuzSelim

CVP:“Dikkat edin, halis din

Sizin yaptığınız füzeyi kendi kalbinize çevirmektir.

30.07.2012 - tehlike

CVP:“Dikkat edin, halis din

Oradaki أَوْلِيَاء kelimesini "Akıl" ve "Mantık" olarak çevirelim o zaman..

insanlardan bazıları kendi akıllarını ve mantıklarını dost edindiler..

Bak nasıl da uyuyor sizin söyleminize: «Biz, bunlara ancak bizi Allaha daha fazla yaklaşdırsınlar diye tapıyoruz»

Aklını ve mantıgından başka herşeyi ret edip aklını kendine rehber edinenler, akılları ile Allahın kitabını sıfırdan anlam yükleyip sonrada böylece Allaha daha fazla yaklaşacaklarını sanmaktalar..

Devamında ise:

Muhakkak ki yalancı, hakıykaten kâfir olan o kimseleri Allah doğru yola iletmez.

Şimdi sen ayetleri keyfine göre yorum getirirsen aha işte böyle senin yönteminle sana cevap verirler.. sen aklını kullandıgını iddia edip kuranın anlamını bozarken sorun yokta sana böyle yazınca mı sorun olacak göreceğiz, bay zırva..

30.07.2012 - akıllı

Ne demek istediğinizi bir

Ne demek istediğinizi bir anlasam. Ben size ayetin orjinalinde "put" geçmiyor dedim ve bunu sizde biliyorsunuz. Allah'tan başkasını dost edinenler şeklinde geçiyor.

Akıl ve mantık dost edinilmez, Allah kullanmayı farz kılmıştır ve kullanırız. Buna dair ayetleri yazacak değilim, zaten onlarcasını biliyorsunuz. Rabbim "Allah pisliği aklını kullanmayanların üzerine yağdırır" buyurmuştur.

Eğer Rabbimiz, Allah'dan başka veliler edinmemizi emretseydi "işittik ve itaat ettik" derdim ve edinirdim elbette.

Konuyu tartıştığımız çizgiden çıkarıp farklı bir alana çekmeyin. Ayette put varmı yokmudur konu ve olmadığını sizde bilecek kadar okuyorsunuz.

Bu arada Ben Mezhepsizim, sizin tabirinizle ve yazılarınıza göre "İmansız yada imansızlık köprüsünde olanlardanım hani. Bu iftiranızı Kübra'da soracağım Allah izin verirse.

Yinede tek diyebileceğim "Allah Sizide benide doğruya iletir inşallah.

01.08.2012 - YavuzSelim

sufilik yalandır bidattir her bidatta ateştedir....

bu yazıyı yazan arkadaş sen islam dışında zaten başka dinler edinmişsin islamın muslumanlığın ne olduğunu bilmeden kuran hakkında kendi kafana göre yorum yapan sensin delil olarak geirdiğin hiç bir ayet konunu acıklamıyor ki hatta tam tersi seni yalancı cıkarıyor ayrıca tarikatcılara sufilere ve bu gibi islamı kendi kafalarına göre yorumyan allaha ve peygamöberin risaletine iftira atanlar senin gibi haricilerdir haricilerin ne olduğunu biliyoruz bu yaptıklarınızı yuzunuze vurmak haricilik mi oluyor yani sen şeyhini ilahlaştırmışsın zaten islamda allahın peygamberin getirmediği herşeyi ibadet diye kabul ediyosunuz sonrada bunu soleyenlerle haricileri bir tutuyosun iftira değil mi bu haşa allahtan ve peygamberden daha mı iyi biliyosunuzda dine sonradan şeyler katıyosunuz allah ve peygamberi sallallahu aleyhi vesselem eksik mi tamamladı bu dini acta kuranın mealını ve tefsirini oku diyanet gibi allahın dininden başka her dine hizmet eden bi kuruluşun mealini getirme

07.08.2012 - misafir

Konular