Zehirli | Konular | Kitaplar

KADER VE KAZAYA İMAN

Kader, Allahu Teala'nın ezeli ilmiyle kainatta olacak her şeyi önceden bilmesi, onların planını yapması, zaman, yer, şekil, vazife, vaziyet ve akıbetini belirleyip Levh-i Mahfuz'da tesbit etmesidir.

Kaza ise, Allahu Teala'nın ezelde takdir ve tayin ettiği şeyleri ezeldeki plana göre icra etmesi, yaratması ve ortaya koymasıdır. Mâturidîler, kader ve kaza konusunda bu taksim ve tarifi benimsemişlerdir.

İslam alimlerinden bazıları -Eşâriler de bu gruptandır-yukarıdaki taksimde kader yerine kaza, kaza yerine kaderi koymaktadırlar. Buna göre kaza ezeldeki ilahi takdir, kader de bu takdirin meydana gelmesi şeklinde tarif edilmiştir. Bu sadace lafızlardaki bir farklılıktır. Kader ve kazaya imanın farz olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur.

Kader ve kaza, ilahi bir ilimdir, Rabbani iradedir, sonsuz kudretin tecellisidir. Hiç şüphesiz Yüce Rabbimiz, varlık aleminde olacak her şeyi önceden bilir; yaratacağı her şeyi ezelî iradesiyle irade eder; zamanı gelince de halkeder. Allahu Teala'nın ilmi sonradan oluşmaz. Onun ilmi maluma tabi değildir. Yani, bir şeyi olduktan sonra öğrenmez, o şey daha yokken, önceden bilir. Kainatta O'nun irade etmediği bir şey yapılmaz. O yaratmadan hiçbir şey vücut bulmaz. Bu kainatta, yerde-gökte ne varsa; iman-in-kar, iyilik-kötülük, büyük-küçük, canlı-cansız her ne olmuş ve olacaksa bütün bunlar ezelde Allah tarafından bilinip Levh-i Mahfuz'a yazılmıştır. Levh-i Lahfuz'a ana kitap manasında "Ümmü'l-Kitab" da denir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (rah), "Fıkh-ı Ekber" adlı eserinde, Levh-i Mahfuz'da yazılan şeylerin hüküm olarak değil, vasıf ve haber olarak yazıldığını belirtmiştir.( Aliyyü'l-Kari, Şerhu Fıkhı'l-Ekber, 74.) Yani bu yazı, şu şöyle olsun şeklinde değil; şu şöyle şöyle olacak şeklindedir. Eğer hüküm olsaydı, emir ve cebir olurdu. Mesela, Hasan müslüman olsun, Avram olmasın şeklindeki bir yazı hükümdür. Fakat, Hasan şu zamanda müslüman olacak; Avram kafir kalacak şeklindeki bir yazı, olacağı önceden bilip tesbit etmektir. Sonra bu yazı bizden gizli tutulmuştur; ancak bize böyle olduğuna iman etmek farz kılınmıştır.

Kader ve kaza konusu ancak vahiy yoluyla bilenecek ve nübüvvet nuruyla aydınlanacak bir konudur. Kur'an ve sünnet bu konuda bize ne öğretmiş ise, mesul olduğumuz kısım odur. Öbür tarafı lazım değildir; tehlikedir.

KUR'AN VE SÜNNETİN ÖĞRETTİĞİ KADER

Kur'an-ı Hakim ayetleri kader ve kaza konusunda bizlere şu gerçekleri öğretir:

Allahu Teala, bütün alemlerin Rabbidir. Yaratmak, yaşatmak, öldürmek, diriltmek; sevmek, sevdirmek, istediğine hidayet vermek, dilediğini sapıklık içinde terketmek sadece O'na aittir. O mutlak hüküm ve idare sahibidir. Mutlak idare, mutlak ilim ve irade ister. Allahu Teala dilediğini yapma gücüne sahiptir. O'nun gücü de muklaktır; sınırsız ve sonsuzdur. Hidayet O'nun elindedir. Kalpler O'nun tasarruf undadır. Hüküm vermede tekdir. Yarattığı her şeyi önceden bilir; varlıklara ezeldeki ilim ve takdirine göre şekil verir; rızık belirler; vazife yükler, ecel tayin eder. Canlı cansız her şeyin bir kaderi, ölçüsü, vazifesi ve eceli vardır. Hepsinin sonu ilahi ilimde bellidir. Allah'ın dilediği olur, istemediği olmaz. Mükellef insanlar her yaptıklarından sorumlu olup hesaba çekilirler; fakat hiç kimse alemlerin Rabbini yaptıklarından dolayı hesaba çekemez. Kainatta yaş kuru, büyük küçük, hareket-sükun, taat-isyan hepsi ilahi kitapta Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.

Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

"Biz her şeyi bir ölçü ve kaderle yarattık."( Kamer, 49.)

"Allah kimi hidayetine ulaştırırsa o hidayeti bulmuş olur. Kimi de sapıtırsa artık onun için doğruyu gösterecek kimse bulamazsın."( Kehf, 13-14.)

"Biz dileseydik her nefse hidayetini verirdik, fakat tarafımızdan şu söz kesinleşti: "Muhakkak Cehennem'i bir grup cin ve insanla tamamen dolduracağım."( Secde, 13.)

Rasulullah Efendimiz (s.a.v), kader sırrını bir nebze açarak buyurmuştur ki:

"Allahu Teala, gökleri ve yeri yaratmadan ellibin sene önce Levh-i Mahfuz'a mahlukatın kaderlerini yazdı. O zaman Arş'ı su üzerinde idi."( Müslim, Kader, No? 2653; Tirmizi, Kader, 18)

Ashaptan Ubade b. Samit (r.a) oğluna demiştir ki:

"Yavrum! Sana takdir edilen şeylerin muhakkak başına geleceğini; takdir edilmeyen şeylerin de asla başına gelmeyeceğini bilmedikçe gerçek imanın tadını tadamazsm. Ben Allah'ın Rasülünü (s.a.v) şöyle derken işittim:

"Allahu Teala'nın ilk yarattığı şey Kalem'dir. Allah ona: "Yaz!" emrini verdi. Kalem: "Ey Rabbim, neyi yazayım?" diye sordu. Allahu Teala:

"Kıyamete kadar olacak ve gelecek her şeyin kaderlerini yaz." buyurdu. Sonra Efendimiz (s.a.v) şöyle devam ettiler:

"Kim bunun dışındaki bir anlayış ve iman üzerinde ölürse, o benden değildir."( Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 17; Ahmed, Müsned, V, 317; ibnu Asım, Sünnet, l, 51-52.)

"Hayrı ve şerri ile kadere iman etmeyen kimseyi Allah ateşte yakar."( Ahmed, Müsned, V, 317; ibnu Asım, Sünnet, l, 48-50. Elbani ibnu Asım'ın "es-Sünnet" isimli kitabına yaptığı tahriç çalışmasında hadis için "hasen" değerlendirmesini yapmıştır.)

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, bir defasında: "Muhakkak Allahu Teala herkesin Cennet'teki ve Cehennem'deki yerini, said mi şaki mi ne olacaksa hâlini yazıp tespit etmiştir." buyurunca, mecliste bulunan bir Sahabî:

"Ey Allah'ın Rasulü! Sonumuz belli ise, biz hakkımızda yazılan hükme dayanıp ameli terk etmez miyiz? Bu durumda niçin amel ediyoruz" diye sordu. Efendimiz (s.a.v): "Siz gücünüzün yettiği kadar amel edin; gevşemeyin. Bir kimse saadet ehlindense, ona saadet ehlinin (Cennetliklerin) ameli kolaylaştırılır. Eğer şekavet ehlindense ona da Cehennemliklerin ameli kolaylaştırılır."( Buhari, Tefsir, No; 4946; Müslim, Kader, 1.) buyurdu ve sonra şu ayetleri okudu:

"Kim Allah için verir, günahtan sakınır ve en güzel sözü (kelime-i şehadeti) tasdik ederse; biz onun için kolayı (Cennet'i) hazırlarız.

"Kim de cimrilik eder, kendini zengin görür, en güzel sözü (kelime-i şehadeti) yalanlarsa, biz de onun zora (Cehennem'e) giden yolunu kolaylaştırırız."( Leyl, 5-10.)

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, kader konusunda ümmetinden iki şey istemiştir:

Birincisi, Allahu- Teala'nın ilmi ve hükmü olan kadere iman etmek.

ikincisi de Allah rızasına götüren sebeplere yapışmak, insanı helake itecek şeylerden sakınmak ve gücünce hayırlı amellere devam etmek. İşte din budur ve Müslümanlık bu temel anlayış üzerine kuruludur.

Hz. Ömer (r.a), Rasulullah (s.a.v) Efendimiz'e:

"Ya Rasulallah! Amellerimiz hakkında ne buyurursunuz? Onlar, önceden belirlenen bir hüküm üzere mi meydana geliyor; yoksa sonradan bizim başlayıp bitirmemizle mi ortaya konuyor?" diye sorunca, Efendimiz (s.a.v):

"Önceden belirlenen bir hüküm ve takdire göre yapıyorsunuz." cevabını verdi. Hz. Ömer:

"Herşey önceden belirlendi ise o zaman biz niçin amel ediyoruz." diye sordu; Efendimiz (s.a.v):

"Ey Ömer! Allah'ın takdir ettiği her şeye amelle ulaşılır." buyurdu. O zaman Hz. Ömer (r.a):

"Biz de o zaman çok amel ederiz." dedi. (Firyabî, el-Kader, No: 29-33. ibnu Hacer, Fethu'l-Bârî, XIII, 336; Konu ile ilgili hadisler için bkz: Müslim, Kader, 8, 10.) Şu halde ulaşmak istediğimiz her şey için önümüze konan zahiri sebeplere ve vesile yapılan amellere sımsıkı sarılmamız gerekmektedir.

"Herkes ne için yaratıldı ise onun amelini işlemeye muvaffak kılınır."( Buhari, Kader, 2; Müslim, Kader, 9; Ebu Davud, Sünnet, 17.) Hadisini işiten bir sahabi şöyle demiştir:

"Bu hadisi duyana kadar amel konusunda fazla bir şevkim yoktu; ama şimdi var gücümle hayırlı amele yöneldim."( Ibnu Kayyım, Şifâu'l-Alîl fi Mesâili'l-Kadâ ve'l-Kader, 63.)

Rasulullah (s.a.v) Efendimizin pak zevcelerinden Ümmü Habibe (r.anha), bir defasında Efendimizin saadetli huzurunda bulunuyorken:

"Allahım! Beni zevcim Rasulullah (s.a.v), babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muâviye ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur." diye dua etti. Bunları duyan Rasulullah (s.a.v):

"Sen Allah'a kesinleşmiş eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar için dua ediyorsun. Allah vakti gelmeyince hiçbir şeyi öne almaz, vakti gelen şeyi de geri bırakmaz. Sen bu tür şeyler yerine Allah'tan, seni kabirdeki azaptan ve Cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin, bu senin için daha hayırlı ve daha faziletli olurdu."( Müslim, Kader, 33; Nevevi, Şerhu Müslim, XVI, 429. ) buyurdu.

Hadisin bize öğrettiği önemli bir edeb şudur: Herkes kendisini ilgilendiren şeyin derdine düşmeli ve Allah'tan ebedi saadeti için lazım olanı istemelidir.

Kader ve kaza, akılla çözülecek bir sır değildir. Bu konuda kendine göre yorum yapan şaşırır; Allah'a itiraz eden imansız kalır; niçin, nasıl, neden? sorularıyla çok uğraşanların kalbi kararır. Kader öyle bir ilimdir ki, onda "bilmiyorum" demek, emniyet ve fazilettir. Ona dalmak gaflet ve cehalettir.

Mü'min kula düşen, önceden kaderi bilmek, kazayı kestirmek değil; olan herşeyin ilahi ilim ve irade çerçevesinde olduğunu bilmek ve böylece iman etmektir.


Konular