Zehirli | Konular | Kitaplar

şükretmek

Tasavvuf, İlâhî Takdirden Râzı Olma Sanatıdır

Mevlânâ Hazretleri, oğlu Bahâeddîn Veled’e şöyle nasihat eder:

“Bahâeddîn! Eğer dünyâdayken cennette bulunmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Çünkü bir kardeşini dostlukla anarsan, dâimâ sevinç içinde olursun. İşte o sevinç, dünyâ cennetinin tâ kendisidir. Eğer bir kimseyi kin ile anarsan, dâimâ üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin tâ kendisidir.
Dostları andığın vakit, içinin bahçesi çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Seni incitenleri andığın vakit ise, için dikenler ve yılanlarla dolar, rûhun sıkılır, kâbuslanır, içine bir pejmürdelik gelir. Bütün peygamberler ve velîler, mü’min kardeşlerini gönül saraylarına aldılar. Onların bu fazîleti, halkı cezbetti. Kendi arzularıyla onların ümmeti ve mürîdi oldular.” (Ahmed Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, II, 210)

Mü’min, din kardeşlerine karşı dâimâ müşfik, merhametli, müsâmahakâr ve affedici olmalıdır. Onların ezâ ve cefâlarına Allah rızâsı için yüzünü ekşitmeden tahammül etmelidir. İçinde mü’minlere karşı bir soğukluk, kin, hased, öfke, dargınlık taşımamalıdır.

“Hâzâ min fadli Rabbî.”

KUR’ÂN-I HAKÎM, semavî fermanlarıyla bizi varoluş hikmetimize uygun şekilde yaşamaya çağırırken, yolumuzda duran iki tehlikeye de dikkat çeker: Yahudiler ve Hıristiyanlar sözkonusu edilirken dikkatimiz çekilen iki ayrı tehlike... Her iki grup da, resullere ve semavî kitaba muhatap olmuş; ama zamanla, iki zıt yönde sapma yaşamışlardır. Meselâ Yahudilerde, cemalsiz bir celâl; Hıristiyanlarda ise, celâlsiz bir cemal sözkonusudur. Biri Musa ile gelen ilahî şeriatın hem içini boşaltmış, hem de Hz. Yahya’yı öldürme ve İsa aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs etme örneğinde görüldüğü üzere, bu şeriatı ruhsuz ve merhametsiz bir muhtevaya büründürmüştür. Hıristiyanlar ise, tam aksi bir tavırla, zaman içinde Hıristiyanlığı ‘şeriatsız bir din’ haline getirmişlerdir. Yahudiler hak dinden nefis-eksenli bir yorumla sapmış; buna mukabil, Hıristiyanların geliştirdiği ‘ruhbaniyet,’ nefsi kontrol adına, verilmiş bazı kabiliyetleri de öldürme çizgisine ulaşmıştır.

Nebîlere ve semavî kitaplara muhatap olup zamanla böylesi bir bozulma yaşayan her iki zümrenin serüveni, aslında tüm insanlığın ve her bir insanın her daim yüzyüze olduğu bir problemi ele verir. Gerçi insan, hayır-şer, hidayet-dalâlet, iman-küfür gibi bir ikilemle karşı karşıyadır. Ama bu denklemlerin menfi kısmında bir değil, iki seçenek vardır: ifrat ve tefrit. Bu yüzden, iman-küfür, hayır-şer, hak-bâtıl denklemini kurduktan sonra, dengeyi korumak için, küfür, şer ve bâtıl tarafının hem ifrat, hem tefrit boyutunu da açımlamamız gerekmektedir.

Sözgelimi, akıl bize verilmiş bir imkândır. Denge hali, onu Vereni bilmek; o aklı, onu Verenin veriş amacına uygun biçimde kullanmaktır. Aklımızı kendimize mal etmek açık bir sapmadır. O denli göze çarpmayan bir diğer sapma ise, bu sapmaya düşme korkusuyla aklı hiç kullanmayıp heder etmektir. Her iki halde de, ‘hikmet’e ulaşılmamaktadır.