Zehirli | Konular | Kitaplar

İSLAM ALİMLERİNİN PAPAYA CEVABI

Vatikan Katolik Kiliselerinin başkanı Papa XVI. Benedict’in Almanya Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı İslam karşıtı konuşmasına, ilk ciddi ilmi tepki, Uluslararası Müslüman Âlimler Birliği’nden geldi. Âlimler Birliği’nin yaptığı açıklama, Papa’nın İslam akidesine yönelik sözlerine karşı cevapları içeriyor. Alimler, karşı sorular sorarak, bazı sorulara asıl cevap vermesi gerekenin Papalık olduğunu belirtmişler.


Buraya kısaltarak aldığımız açıklama, Arapça ve İngilizce olmak üzere iki dilde yapıldı. Metnin, Âlimleri Birliği’nin Mısır’daki ofisi tarafından Vatikan’ın Kahire temsilcisine teslim edildiği bildirildi. İslam dünyasının tanınmış İslam alimlerinden Yusuf el-Kardavi’nin başkanlığını yaptığı Uluslararası Müslüman Âlimler Birliğinin genel merkezi ise Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde bulunuyor.


Vatikan’a gönderilen metin, Âlimler Birliği’nin bünyesinde dini ve fıkıh sahalarında yetkin olan farklı İslam ülkelerinden 130 alim ve düşünür tarafından kaleme alındı. İlmi heyetin başkanlığını Prof. Dr. Hüseyin Hamid Hassan yürütüyor. Genel Başkan Yardımcılığını Prof. Dr. Ali es-Salus ile Şeyh Vehbe Zuhayli yapıyor. Birliğin Genel Sekreteri ise Prof. Dr. Salah es-Savi.



Birliğin yaptığı açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Genelde İslam âlemini, özelde ise Birliğe bağlı âlimler ile uzmanları yaralayıp, öfkelerini kabartan, İslam karşıtı temelsiz açıklamalara rağmen bizler, mücadelemizi İslamî edep ölçüleri çerçevesinde sürdüreceğiz. Bu konuda rehberimiz Allah’ın: “Kitap ehlinden zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin” kavli olacak. Papa XVI. Benedict’e ve onun arkasında yer alan âleme, sade bir açıklamayla yöneliyoruz. Umarız ki bu metin hakikati görmelerini, İslam’ın ise Papa’nın dile getirmiş olduğu hususlardan tamamen beri olduğunu anlamalarını sağlar.”



İslam ile akıl arasındaki bağ



Açıklama da şöyle deniliyor: … Eğer Papa’nın iddia ettiği gibi Yuhanna’nın, İncil’inin başında kullandığı ilk ibare “her şeyden önce kelime var idi” ise şu bilinmelidir ki Hz. Muhammed (sav)’e inen Kur’an ayetlerinin ilki Allah’ın: “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku!” kavlidir. Bu ise hiç şüphesiz okumaya ve ilme bir çağrıdır. Kur’an-ı Kerim kadar düşünmeye ve tefekküre çağıran, aklın derecesini yücelten başka bir kitap yoktur.



Doğu’dan Batıya, bütün Müslümanların okuduğu Kur’an buna en büyük şahittir. Bu Kitap, aklı yücelten ve sorumluluk ile yükümlülüğün odağına aklı koyan bir kitaptır. Öyle ki bizim şeriatımızda akıl, sabit ve sarsılmaz esaslardan biri olmuş, aklı olmayan kişi mükellef kabul edilmemiştir. …



Allah Teala, vahyi üzerinde düşünmedikleri, bunu anlamaya çalışmadıkları için kâfirleri ayıplamış ve onları hayvanlara benzeterek şöyle buyurmuştur: “(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (Bakara Suresi,171) Yine şöyle buyurmuştur: “Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal Suresi,22)



Bu konuyla ilgili ayetler bir hayli çoktur. Kur’an-ı Kerim hala daha bütün açıklığıyla dünyanın önündedir. Bilinmelidir ki akıl, naklin esasıdır. Akıl olmasa, nakil olmaz, vahiy sabit kalmazdı. Zira Peygamberliğin sübutu ancak akılla tamama erer. İslam dininde en öncelikli asıllarından ve bedihiyyattan sayılan konulardan biri, ilmin imanı geçtiği ve de imanın, ilmin bir semeresi olduğu meselesidir. Allah’ın şu kavlinde de olduğu gibi: “Bu, kendilerine ilim verilenlerin Kuran'ın, senin Rabbin'den bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerini bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir.” (Hac Suresi,54)



İlmi, imanın önüne geçirmiş ve imanı, ilmin bir semeresi kılmıştır. İslam dininde, sahih akıl ile sarih nass arasında hiçbir şekilde çelişki görülmemiştir ve böyle bir şey de yoktur. Bu mesele bütün dünyanın önündedir. Bunun aksini iddia edenler, bu gerçeği çürütebilecek tek bir delil getirsinler bize. Müslüman âlimlerin, akıl ile nakil arasında çelişki olmadığı hakkında yazmış oldukları birçok eser vardır. Bu konuyla ilgili ortaya koymuş oldukları kurallar ve kaideler bütünü vardır ki bunlar insanlık için bir övgü kaynağıdır ve böyle kalmaya devam edecektir.



Kiliselerin başında yer alan bir kimsenin, bu denli acayip ve saçma düşünceleri dile getirmesi olur hal değildir. Zira Papalık mevkiinin iştigal ettiği Hıristiyanlık dini, acayiplikler ve hurafelerle doludur. Tahriflerin haddi hesabı yoktur. Öğretilerinde ise şunlar yer alıyor: “İman et, sonra öğren!” “İnan ve kör kal!” “Gözlerini kapa ve bana tabi ol!” Din felsefecilerinden biri (Augustin) ise şunları söylüyor: “Buna iman ediyorum, çünkü imkânsız veya makul değil.” Modern dönem papazlarından biri (Vehibullah Ata) ise şöyle diyor: “Tecsid meselesi (Tanrının cesede bürünmesi), akıl ve mantıkla, his ve maddeyle ve de felsefi ıstılahlarla çelişen bir mesele. Ancak bizler buna inanıyor, bunu onaylıyor ve bunun mümkün olduğuna kanaat getiriyoruz. Makul olmasa bile.” (Mukarenetu’l-Edyan Kitabından 2,124)



Açıklama şunu da sorguluyor: Acaba Papa, başta kendisi olmak üzere bütün dünyaya Hıristiyan inancında yer alan “çarmıh, feda, teslis, tecsid, rabbani akşam yemeği” vs. acayiplikler ile hurafelerin mantıklı bir açıklamasını yapabilir mi?



İslam’da cihad kavramı



Âlimler Birliği, yapmış oldukları fıkhi açıklamada, Papa’nın İslam’da cihada yönelik sözlerinin de büyük bir galat ve yinelenen bir düşmanlık olduğunu vurguluyorlar. Papa, İslam’ın kılıç zoruyla yayıldığını iddia ediyor. Yani onun tabiriyle İslam’ın verdiği savaşlar, insanları zorla iman ettirmek içinmiş. Daha sonra Papa, bu durumun eşyanın mantığına ve tabiatına aykırı olduğunu belirtiyor. Bundan da öte Rabbin tabiatına aykırı olduğunu, zira tanrının kan dökmeyi sevmediğini, imana giden yolun ancak söz ve ikna metoduyla olacağını söylüyor.



Bu kayıtlar düşüldükten sonra, metinde şöyle bir açıklama yer alıyor: İslam’da cihadın, Müslümanlara yönelik saldırıları defetmek, İslam topraklarını korumak için teşri edildiği tartışma götürmez bir gerçektir. Yoksa insanları zorla iman ettirmek için değil. Müslümanlara karşı savaş açılmışsa, yapılan cihada savunma cihadı denir. Herhangi bir saldırıya maruz kalma durumu varsa veya böyle bir endişe söz konusuysa, daha da ötesi, bunu kesin kılan bulgular varsa, yapılan cihad iradeye bağlı cihad olur.









Bu konuda bizim için şu ayet yeterlidir: “Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır.” (Bakara Suresi,256) Hz. Peygamber’in siyretini tetkik edenler, onun düzenlemiş olduğu bütün gazve ve savaşların bu çerçeve dahilinde olduğunu görür. Bunun sebebi de bu ümmetin bir hidayet ümmeti olmasındandır. Yoksa kesinlikle savaş ve taşkınlık ümmeti değildir. Nefislerin iman ve güvenle diriltilmesi imkânı olduğu müddetçe, bu rotadan sapıp savaşa başvurmak uygun görülmemiştir.



Allah Teala, insan öldürülmesini sadece bunu gerektiren zorunlu sebepler var oldukça ve yine insanlığın iyiliği söz konusu olduğunda caiz kılmıştır. Bu da düşmanları savmak ve insanlığın güvenini sağlamak içindir. Belki de böylelikle kendisine karşı savaş verilenler içinden Allah’ı birleyen ve O’na ibadet eden nesiller yetişir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.”



Dünyadaki şiddet olayları



Metinde şu ifadeler de yer alıyor: Eğer Papa, dünyanın bazı bölgelerinde meydana gelen şiddet olaylarından hareketle bunu İslam’a mal etmeye çalışıyorsa, bilmelidir ki dünyanın her yerinde ve farklı dinlere mensup kimseler tarafından bu tür olayları işlenmektedir. Hiçbir millet ve hiçbir din mensubu bu tür olaylardan beri değil ve bunu en iyi bilmesi gerekenlerden biri de Papa.



İslam topraklarının bazı bölgelerinde ‘şiddet’ diye nitelendirilen bazı olaylar varsa, bunların belli bir arka planının olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Şiddet diye nitelendirilen bu olaylar, aslında haklı ve meşru direniş yollarıdır. Bunu bütün semavi dinler ve beşeri kanunlar da onaylamaktadır. Örneğin Filistin, Irak, Lübnan vb. işgal altındaki bölgelerde yürütülen mücadeleler haklı mücadelelerdir. Zulme karşı direniştir. Bu tür olaylar Vatikan bölgesi içinde vuku bulsa, Papa’nın yapacağı ilk iş, kendini bir savaşçı ilan etmek, direnişçiler kervanına katılmak, ayrıca uzak-yakın bütün halklarını orduya katılmaya ve düşmana karşı mücadele vermeye çağırmak olurdu.



Açıklama metninde şu da yer alıyor: Bu konuda meşru olmayan olaylar da cereyan edebiliyor. Örneğin, Amerika ve Londra’daki saldırıların meşru olmadığı Müslümanların malumu olan bir mesele. Müslümanlar bu tür olayları, meşruiyet dairesinin dışına çıkmak olarak görüyorlar. Bu tür şiddet olayları, her ne kadar bunun perde arkasında İslam âlemine karşı -dünyanın gözleri önünde- yürütülen şiddet ve düşmanca tavır yatsa da, yine de bu kabul edilebilir olarak görülmüyor. Nitekim bu nevi şiddet olaylarını hiçbir şey meşru kılmaz.



Şu da soruluyor: “Acaba Papa, tarih boyunca hem kendi aralarında ve hem de İslam âlemine karşı verdikleri savaşlarda Hıristiyanlık adı altında uygulanan şiddet olaylarını, başta Haçlı seferleri olmak üzere modern dönemdeki sömürge savaşlarını unuttu mu? Alman Üniversitesi eski hocalarından İsviçreli İlahiyat hocası Hans Kong, Papa’yı eleştirirken şunları kaydediyor: “Papa İslam ile şiddeti bir kefeye koydu. Bu arada tarih boyunca Hıristiyanlık adı altında işlenen cürümleri unuttu.”



Kong’un şu sözleri de metinde yer alıyor: “Müslümanlar sadece Haçlı seferlerini hatırlamıyorlar. Bilakis 19. yüzyılda Avrupa’nın yapmış olduğu Atlas Okyanusundan başlayıp ta Malezya’ya kadar uzanan sömürge savaşlarını da hatırlıyorlar.”



“Peygamber (Hz.) Muhammed’in yenilikleri” meselesi



Amerika’daki Âlimler Birliği’nin yaptığı açıklama şöyle devam ediyor: Düşmanlık ve dil uzatma, konuşması esnasında, Papa’nın sözde Bizans imparatorunun Müslüman bir aydına sarf ettiği sözleri dile getirdiği noktada zirvesine ulaşıyor ki aktardığı olay şöyle: İmparator, Müslüman İranlı bir münevvere şunu söyler: “Bana Muhammed’in getirdiği yeni bir şey göster. Getirdikleri sadece kötülük ve insanlık dışı şeyler. Örneğin sözümona müjdelediği dini, kılıç zoruyla yaymayı emretmesi gibi…”



Daha başlangıç itibariyle sinsilik kokan bu rivayeti, imparatorun sözlerini ve karşısındaki Müslümanın bu durum karşısında sessiz kalmasını bir kenara bırakarak, şunu belirtelim ki bu sözler en basit insaf ölçülerinden bile uzaktır. Objektiflik tarafı ise hiç yoktur. İnkâr, cehalet ve hamakat içeren bu sözler, kimden sadır olursa olsun tamamıyla edepsizliğin zirvesidir.



Her şeyden önce şunu özellikle vurgulayalım ki Hz. Muhammed (sav) diğer peygamberlerden farklı bir şeyle gelmiş değil. Bilakis ondan önceki peygamberlerin de getirmiş olduğu tevhid inancı ve şeriat asıllarını getirmiş bir peygamberdir. Yalnızca Allah’a ibadete davet, O’ndan başkasına kulluk etmemek, güzel ahlaka çağırmak ve edepsizliklerden sakındırmak vs., şeriat usulleri gibi ki bunlar, diğer peygamberlerin davetlerinde de var olan ortak hususlardır.



Hz. Peygamber (sav), tarih içerisinde tamamlanan peygamberlik binasının tuğlalarını oluşturan peygamberlerin sonuncusu. “Güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen Peygamber. “Benimle benden önceki diğer peygamberlerin misali, şu adamın misali gibidir: Adam mükemmel ve güzel bir ev yapmıştır, sadece köşelerinin birinde bir kerpiç yeri boş kalmıştır. Halk evi hayran hayran dolaşmaya başlar ve (o eksikliği görüp): “Bu eksik kerpiç konulmayacak mı?” der. İşte ben bu kerpicim, ben peygamberlerin sonuncusuyum” diyen Peygamberdir. Bunun sonrasında da Allah, diğer bazı hususlarla O’nu ve davetini üstün kılmıştır. Bunlara da iman etmek gerekir. İnkâr etmek ise ya fahiş bir cehaletin ya da bilgisizliğin eseridir.









Papaya yönelik bazı sorular



İslam Alimleri Birliğinin açıklaması şu sorularla devam ediyor: Acaba Papa, Hz. Muhammed (sav)’in risaletiyle, İsrailoğullarının Allah’ın emri karşısındaki zulümleri, taşkınlıkları, fasıklıkları yüzünden duçar oldukları ağırlıkları ve zincirleri kaldırdığını bilmiyor mu? Yoksa bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Acaba Papa, bir meta gibi alınıp satılan, bir meta gibi miras bırakılan kadına asaletini veren ve onu hak ettiği yere ulaştıran kişinin Hz. Muhammed (sav) olduğunun cahili midir? Yoksa kasıtlı bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Acaba Papa, Hz. Muhammed (sav)’in getirmiş olduğu ve bütün bir dünyanın önünde eğilmekten başka çıkar yol bulamadığı -hayatın bütün merhaleleriyle ilgili- harikulade hükümler manzumesinin cahili midir? Yoksa kasıtlı bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Acaba Papa, Hz. Muhammed (sav)’in getirdiği, savaş ve barış gibi durumlarda devletlerarası hukuku düzenleyen ve de modern dönem uluslararası hukuk ile antlaşmaların kapısına bile varamadığı hukuk ve edep ölçülerinden bihaber midir? Ki bu duruma bizzat Papanın soydaşlarından olan batılı büyük hukukçular da şahitlik etmektedir. Yoksa kasıtlı bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Acaba Papa, ırklar arasında eşitlik olduğunu ilan edenin; ayrıca insanların renklerine, ırklarına ve dillerine göre birbirlerinden üstün olduğu düşüncesini yerle bir edip üstünlüğün sadece takvada olduğunu bildirenin Hz. Muhammed (sav) olduğundan bihaber midir? Ki bu durum, Medine’de ilan edilen kardeşlikle birlikte kemikleşmiş ve Müslüman toplumların vazgeçilmez önceliklerinden biri olmuştur. Acaba Papa, İslam’ın, insanlık tarihine altın harflerle kazımış olduğu bu hakikatin cahili midir? Yoksa kasıtlı bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Acaba Papa, ruh ile beden arasındaki bütünlüğü, akıl ile kalp arasındaki uyumluluğu, dünya ile ahiret dengesini, insanlığın maddiyatıyla birlikte ruhunun da doyurulması gerektiğini bütün bir insanlığa sunan kişinin Hz. Muhammed (sav) olduğunun cahili midir? ... Yoksa kasıtlı bir cehalet ve inkâr mı söz konusudur?



Bütün bu saydıklarımız deryadan bir katre mesabesindedir. Böyle bir metinde de ancak bu kadarına işarette bulunulabilir.



Acaba Papa yanlışlıkla mı böyle konuştu?



Metnin son bölümünde Âlimler Birliği, Papa’nın sözlerinin bir gaflete veya ani bir sürçmeye yorulamayacağını belirtiyorlar. Nitekim, daha önce Bush’un kullandığı ‘Haçlı Seferi’ tabirini bazıları böyle yorumlamıştı. Ancak Papa’nın konuşması, kendisi için düzenlenmiş akademik bir platformda yapılmıştı. Kendisi üniversitede yıllarca akademisyenlik yapmış biridir ve hocalık payesine ulaşmıştır. Din Bilimleri bölümünü kurmuştur. Daha da ötesi bu kişi, adamlarına masum gözüyle bakan ve yapacakları konuşmaları çok önceden hazırlayan bir kilisenin temsilcisidir. Ayrıca kilise, yapmış olduğu birçok hatadan dolayı, ancak yüzyıllar sonra geri adım atmıştır.



Papa İslam’a karşı menfi duygular taşıyor



Açıklamada şu cümleler de yer alıyor: Papa’nın yapmış olduğu İslam karşıtı konuşmayı, İslam’a ve Müslümanlara karşı menfi duygular taşıyan Papa’nın hayatından kopuk bir şekilde değerlendirmek mümkün değil. İster Vatikan görevinden önce, isterse de sonra olsun. Zira bu nevi bir konuşmayı ilk defa yapmıyor.



Örneğin, 2004 yılında Vatikan’da ve birçok ilahiyatçının önünde yaptığı konuşmada da bu duygularını yansıtmıştır. Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmemesi gerektiğini, zira Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğunu söylemiştir. Yine iki Müslüman delegeyi karşıladığında da bu duygularını dışa vurmuş ve şöyle demiştir: “Müslümanların, kalplerindeki öfkeyi söküp atmaları, bütün taassub yönlerini bir kenara bırakmaları ve şiddet olaylarını terk etmeleri gerekiyor.” Keza, bütün mesaisini Müslümanları karalamaya harcayan ve devamlı bir şekilde Müslümanlara saldırıp “aşırı İslam ile ılımlı İslam” arasında bir fark görmediğini söyleyen İtalyalı gazeteci Oriana Fallaci’yi karşılaması da bu duyguların bir yansımasıydı.



Papa’nın pişmanlığı faydasız



Metinde şu soru yer alıyor: Acaba Papa’nın ilan ettiği pişmanlık, yaptığı açıklamalardan dolayı bir özür veya söylediklerinden geri dönüş olarak kabul edilebilir mi veya buna yorulabilir mi? Bu soruya şöyle bir cevap veriliyor: Papa’nın özrü veya olup bitenler karşısında üzüntü duyduğu, bundan dolayı kan dökülmesini esefle karşıladığı, Müslümanların inançlarına saygı duyduğu ve söylediklerinin “gerçek anlamlarını” kavramlarını umut ettiği yönlü açıklamaları, aslında bu makamda hiçbir faydası olmayacak türden şeyler.



Zira buradaki problem, Papa’nın “neyi kastettiğinde” değil, kullanmış olduğu cümlelerin içinde yatıyor. Bu içeriğin eski ve yeni dönemde Papa XVI. Benedict’in gündeminden düşmediği gerçeğini ise şimdilik bir kenara bırakalım. Yani “bilim ile din” “akıl ile akide” arasında tevfik (ayırım) meselesi, eskiden beri kilisenin problemi. Papanın da bunu dile getirmesi, hiçbir şekilde dil sürçmesine veya bir anlık gaflete yorulamaz. Buradan hareketle, Papa, yapmış olduğu konuşmada, en yumuşak yorumla diyebiliriz ki İslam’da akıl meselesine değindi ve bunu bir örnek olarak sundu. Kısaca demek istediği şuydu: Akıl ile din (İslam dinini kastediyor) arasındaki çelişki -ki bu onun iddiası- diğer kesimlerle diyalog yapmayı engelliyor.



Müslümanları küçümseme ve yeni bir sövgü/sömürge dili



Müslüman Âlimler Birliği “konuşma sonrası dile getirilen esefin bile Müslümanları küçümseme ve yeni bir sövgü dili olduğunu” belirtiyor ve şöyle devam ediyorlar: Papa “sözlerimin gerçek anlamını kavramalarını ümit ediyorum” demekle, aslında Müslümanların kıt akıllı ve dar ufuklu olduklarını, sözlerini dahi anlayacak seviyeye gelemediklerini ve bundan dolayı onların hallerine acıdığını ima ve iddia ediyor bir bakıma. Bu da yeni bir hakaret tarzı olsa gerek.



Bazılarının, ‘Papa sadece Bizans Kayseri’nin sözlerini aktardı. Bunu dile getirmesi o cümlelerin ifade ettiği anlamları kabul ettiği anlamına gelmez’ gibisinden açıklamalarına gelince; bu nevi bir açıklamanın böyle bir makamda kabul edilmesi imkân dışıdır.



Katolik Papa, Alman asıllı Papa, Almanya’da konuşan Papa, Alman toplumuna konuşan Papa, Alman topraklarında konuşan Papa, daha başka anlamları olan, daha başka şeyler dile getirebilirdi. Örneğin, tam altı asır önce yaşamış Bizans Kayseri İmmanuel’in sözleri yerine, bundan yarım asır önce yaşamış Alman Kayseri II. Galium’un İslam hakkındaki bazı sözlerini kullanabilirdi. Yahut Almanya’nın en meşhur ve en büyük şairi Goethe’nin sözlerine başvurabilirdi. Ya da Avrupa Aydınlanma döneminde yaşamış, meşhur felsefecilerden daha başka kimselerin İslam hakkındaki görüşlerini dile getirebilirdi.



Diyalogun edep ve kuralları



“Dinler ve kültürlerarası diyalogu mutlak bir şekilde desteklediğini” söyleyen Papa’nın bu sözlerine karşılık Alimler Birliği şu noktalara işarette bulunuyorlar: Şüphesiz ki diyalogun belirli edep ölçüleri ve kuralları vardır. İki taraf bunlara riayet ettiği ölçüde, diyalog yapıcı olur ve meyvelerini verir. Aksi takdirde, kör ve kısır tartışmalara kapı aralamaktan ve öfkeleri kabartmaktan öteye geçmez. Bu da diyalogla arzulanan sonucun tam tersini doğurur.



Papa, Allah’a ve Resulüne karşı istediği şekilde ‘kâfir’ olabilir. Allah’ın Resulü ve O’nun Risaleti konusunda istediği şekilde kötü düşünebilir. Burası bizi ilgilendirmeyen noktadır. Günü geldiğinde Allah’ın huzuruna çıkar ve hesabını da verir. Bu konuda onu sorguya çekecek olan Allah’tır. Amma bu küfrünü bir sövgüye ve yalanlar düzinesine çevirmesi, asla kabul edilemez. Bizim tartışmasınız yaptığımız konu da budur. Bu durum, bayrağını Papa’nın dalgalandırdığı ve kapılarını Papa’nın açtığı diyalog mantığına tamamen terstir.

DERVİŞ ENES AHMEDOĞLU

Kaynak: Gülistan Dergisi
71.Sayı-Kasım 2006


Konular