Zehirli | Konular | Kitaplar

EN MÜŞKİL SORUYA MÜHİM BİR CEVAP (KADER VE KAZA)

Kader ve kaza konusunda çoklarının sorduğu ve anlamakta zorlandığı soru şudur: Her şey Allah'ın takdiri, dilemesi ve hükmüyle oluyorsa ve bunun dışına çıkmak mümkün değilse, kendisine takdir edilen çizgide amel eden ve kötülük yapan bir kimseye Allah niçin hesap soruyor, ceza veriyor?

Cevap: Önce şunu belirtelim ki, Allahu Teala herkese değil, sadece mükellef olan insanlara, ihtiyarî fiillerinden hesap soracaktır. İhtiyarî fiil demek, yapıp yapmamakta serbest iken, yapmaya karar verilen fiil demektir. İnsanın iradesi dışındaki yaptığı işlere "ızdırârî, zarurî, mecburî" fiiller denir. Bu tür fiillere bir sevap veya günah yoktur. Midemizin çalışması, kanımızın dolaşması, susuzluk, açlık, uyku gibi haller, irade dışı fiillerdir, mecburi işlerdir.

Mükellef olmak için şu dört şartın bir arada bulunması gerekir:

1-Akıl.

2-İrade,

3-Güç,

4-İlim.

Aklı olmayanlara veya aklı olup da temyiz çağına ulaşmayanlara hesap ve ceza yoktur. Deliler ve çocuklar gibi.

İradesini kullanamayan, irade hürriyyetine sahip olmayan kimse, yaptıklarından mesul değildir. Uyuyan, unutan, doğru zannıyla yanlışlık yapan, kesin ölüm tehdidi altında bulunan kimse gibi.

Emredilen şeyi yapmaya gücü olmayanlar mesul değildir. Kimse yapamadığı, gücünün yetmediği bir amelle mükellef tutulmaz. Emredilen ibadeti yapmaya vücudu müsait olmayan veya maddi imkanı bulunmayan kimse gibi.

Kendisine ilahi davet ve ilim gelmeyen kimseler mesul değildir. Neyin haram, neyin helal olduğunu, Allah'a nasıl iman edeceğini ve kulluk yapacağını bilmeyen, kendisine bunları öğreten bir Peygamber gelmeyen veya o peygamberle gelen davet kendisine ulaşmayan kimseler de mesul değildir.

Şu halde, mesuliyet delile, sebebe ve şartlara bağlıdır. Kimde duyduklarını anlayacak bir akıl, anladıklarını ayır-dedip aralarında tercih yapabilecek bir hür irade, tercih ettiği şeyleri yapabilecek bir kuvvet mevcutsa ve bir de kendisine neyi nasıl yapacağına dair Allah'tan bir ilim gelmişse o kimse mesuldür; işlediği hayırlar için sevap vardır; tevbe etmediği veya Allah'ın affetmediği kötülükleri için azap vardır. Çünkü kendisinde bütün mükellefiyet şartları toplanmış, itirazı ortadan kaldıracak deliller önüne konmuştur. Artık mesuldür. Bu kimsenin kaderini bilmesi lazım ve şart değildir; çünkü o, kendisinden saklanan kaderden değil, kendisine bildirilen emirlerden sorumludur. Kaderi bilmek değil, ona iman etmek farzdır. İmam Ahmed b. Hanbel (rah): "Kader, Allah'ın kudretidir." (Edib, Keylani, Avnü'l-Mürid, II, 605.)sözüyle bu müşkili çözmüştür. Her mü'min "Allahu Teala'nın her şeye gücü yeter, O'nun ilmi ve kudreti sonsuzdur, sınırsızdır." diyerek kaderin ilmini, kazanın hikmetini Yüce Rabbine havale etmelidir.

Hz. Ömer b. Abdulaziz'in (rah) belirttiği gibi, bizler sadece bize öğretilen ilahi emirlere uyup, yasaklanan şeylerden kaçınmakla mükellefiz. Üzerimizde cereyan eden kadere iman başkadır, yaptığımız işlere rıza göstermek başkadır. Yaptığımız işlerden Allah razı değilse biz de razı olmayacağız. Allahu Teala, bize: "Bu halinizi değiştirin, bundan vazgeçin" diye emrediyorsa, biz de onu değiştirme yollarına başvuracağız. Çünkü bu ilahi emirler bizden mümkün olan bir şeyi istemektedir. Kötülüklere bulaşan bir insanın, aynı zamanda iyilikleri yapma kabiliyeti ve imkanı da mevcuttur. Eğer güneş, ay, ağaç ve hayvanlar gibi, tercih hakkımız, değişme imkanımız olmasa idi bize böyle bir emir verilmezdi. Nitekim, çocuk iken yaptıklarımızdan sorumlu değiliz.
menzil.net


Konular