Zehirli | Konular | Kitaplar

ÇOKLUK İÇİNDE BİRLİK


Müslümanların rahmet yüklü farklılıklarından olan tasavvuf kolları ve mezhepler, ‘çoklukta birlik, birlikte çokluk’ prensibinin en güzel örneklerindendir. Mezhepler değişik zaman ve mekânlardaki ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla zuhur etmiş ve böylece zahirde ihtilaf gibi görünen bu zenginlik, İslâm ümmetine muazzam bir hareket kabiliyeti kazandırmıştır.

Arif sufîlerin üzerinde ısrarla durduğu bir ilkeye göre içinde yaşadığımız varlık düzeni, bir çokluk (kesret) alemi olarak yaratılmıştır. İlahî kudretin kendini varlık aynasında görme arzusu olarak özetlenebilecek yaradılış olgusu, ilahî plânın bir parçası olarak çokluk ile birlik (vahdet) arasındaki denge üzerine kuruludur.

Çokluk tevhidi zedeler mi?

İnsandan maddeye kadar uzanan çokluk alemi ilahî birliği teyid etmek için yaratılmış; her şeyin arkasında yatan birlik ise, çokluğa anlam kazandıran bir ilke olarak ortaya konmuştur. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, ilahî birlik kendini çokluk aleminin perdeleri arkasına saklamış ve müminlerin kalp gözleriyle perdelerin ötesine geçerek ilahî birliği görmelerini arzulamıştır.


Bu yüzden İslâm’ın en temel ilkesi olan tevhid, Arapça'da tef'il kalıbından türetilmiştir ve doğru bir şekilde tercüme edildiğinde 'Yüce Mevlâ'nın birliğini, yani vahdeti teyid etmek' anlamına gelir.

Tef'il, yani yapıp-etme kalıbı, tevhidin gerçek manasını kavramak açısından büyük bir öneme sahiptir. Zira tevhid sadece Cenab-ı Hakk'ın mutlak birliğini söz ile kabul etme manasını taşımaz. Bilakis, tevhid bu birliğin özümsenmesini ve her mümin kişinin kalbinde ve nefsinde bir ilke olarak yer etmesini ifade eder. Bir başka ifadeyle mümin kişi, gayret gösterip ilahî birliği kendi ruhunda yaşadığı vakit, kelimenin tam manasıyla tevhidin gereklerini yerine getiriyor demektir. Bu açıdan bakıldığında tevhidin özümsenmesi, biteviye devam eden bir gayret ve cehde işaret eder. Tıpkı Kur'an’ın bize kendini her okuyuşumuzda yeniden ve yepyeni mesajlarla açması gibi, tevhid de bu 'birleme' sürecinde yeni anlam boyutlarıyla karşımıza çıkmaya devam eder.

İslâm’ın birlik üzerine yaptığı bu vurgu, çokluğun ve çokluk aleminin bir yanılsama olarak inkârına götürmemiş, bilakis onu anlamlı bir çerçeveye oturtmustur. Bilindiği üzere bütün dünya dinleri, mutlak manada bir olan ilahî ilke ile çokluk alemi arasındaki ilişkiyi, ilahî tevhide gölge düşürmeden açıklamayı bir zorunluluk addetmiştir. Bu metafizik ilke, toplumsal açıdan da büyük bir öneme sahiptir. Zira asgari müşterekler üzerine kurulu olan toplum hayatı, bireysel farklılıklar ile toplumsal/kollektif birliktelik arasında bir denge ilişkisi kurmak zorundadır. Bu açıdan baktığımızda İslâm, birlik ile çokluk arasında muazzam bir denge kurmuştur.

İslâm bir yandan çokluk ve farklılığı, ilahî yaratma plânının bir parçası olarak kabul ederken, öte yandan çokluğun ötesindeki ilahî birliği, mutlak bir kaide olarak ortaya koymuştur. Her tür cansız varlıktan canlı organizmaya kadar uzanan oluş-bozuluş alemindeki çeşitlilik, insanlar arasındaki farklılıklar da dahil olmak üzere, tek bir yaratıcı iradeye bağlanır ve böylece ilahî iradenin vücuda getirdiği çokluk ile çokluğun ötesindeki birlik arasında bir denge ilişkisi kurulur.

Sufiler, kısaca özetlediğimiz bu öğretiye ‘çokluk içinde birlik ve birlik icinde çokluk’ (el-vahdetu fi'l-kesre ve'l-kesretu fi'l-vahde) adını vermişlerdir. Bu iki bakış açısını birleştirebilen kişiye de ‘iki göz sahibi’ anlamında zü'l-ayneyn denilmiştir. Çokluk alemine kalp gözüyle bakan kişi bir gözüyle mutlak birliği görürken, öbür gözüyle de çokluk alemini ve onun faniliğini görür. Bir başka ifadeyle denge dini olan İslâm’da ne birlik çokluğa, ne de çokluk birliğe feda edilir.

İki göz benzetmesinin bir diğer ilginç tarafı, görme sürecinin kendisiyle ilgilidir. Biz her şeyi iki gözümüzle gördüğümüz halde, gördüğümüz şeyleri çift değil, tek görürüz. Yaradılışın harikalarından biri olan göz ve beyin, iki farklı kanaldan gelen verileri anında sentezleyerek etrafımızdaki nesnelerin çift değil, tek olarak görülmesini sağlar.

Çokluk içinde birliği, birlik içinde çokluğu gören iki göz sahibi mümin de, tıpkı bunun gibi iki bakış açısı arasında tam bir denge durumunda olan kişidir. Böyle bir kişi, eşyaya metafizik bir şeffaflık ile bakar. Yani sonsuz sayıdaki nesneleri, hadiseleri, canlı-cansız varlıkları, tek bir yaratıcı iradenin sonsuz tecellileri olarak görür. Eşyaya bu tip bir şeffaflık ile bakabilen kişi, çokluğu tevhidin önünde bir engel olarak değil; bilakis onu sürekli teyid eden işaretler olarak görür.

Farklılıklar rahmettir

Çokluk, farklılık ve çeşitlilik olgularına kısaca özetlediğimiz bu ilkeler açısından baktığımızda, Hz. Peygamber'in İslâm ümmetindeki çeşitlilik ve farklılıkları neden bir rahmet olarak tanımladığını daha rahat kavrayabiliriz. Her insan, ilahî yaratma gücünün mucizelerinden biri olarak nev-i şahsına münhasır, yani kendine özgü bir tarzda yaratılmıştır. Cenab-ı Hakk, her insanı farklı yaratmak suretiyle sonsuz kudretini tecelli ettirmiş ve inanan kullarına, çokluk ve farklılığın anlamı konusunda adeta işaret yoluyla bir ders vermek istemiştir. Bir tablodaki farklı kareler gibi birbirinden farklı olan ve fakat farklı olduğu için birbirini tamamlayan sonsuz sayıdaki varlıklar, ilahî birliğe şehadet eden işaretler gibidirler.

Bu noktada farklılık, çeşitlilik, çokluk ve ihtilaf, kaos yahut kargaşa anlamına gelmez. Farklılıklar ancak hak ve adalet ölçüleri dışına çıkıldığı zaman düzensizliğe ve anarşiye yol açar. Belli ölçüler içerisinde meşru kabul edilen bireysel ve toplumsal farklılıklar, hayata renk katan değişik tonlardır. Bütün insanları tek bir kalıba sokmaya çalışmak ve herkesten aynı şeyi beklemek, ilahî adalet ve hikmete mugayir bir davranış olur.

Bu noktada tekrar vurgulamak gerekir ki İslâm’ın üzerinde ısrarla durduğu birlik (tevhid), tekdüzelik (uniformity) demek değil, bilakis tek bir ilkenin çokluk alemindeki sonsuz sayıdaki tecelli ve yansımalarını bir zenginlik ve neşve olarak görmek demektir. Üretici düşünme ve bireysel olgunluk, ancak farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edildiği ortamlarda neşv u nema bulabilir. Bu yüzden Kur'an-ı Kerim peygamberlerin risalet davalarını anlatırken, her birinin farklı bir yönünü öne çıkartır ve böylece farklılıkların son tahlilde nasıl birlik ve bütünlük anlamına geldiğini bize hatırlatır.

Aynı şekilde Hz. Peygamber, kendi ashabı arasındaki farklılıklara rahmet ve zenginlik gözüyle bakmış, onların değişik ve yer yer birbiriyle çatışan yönlerini pozitif alanlara kanalize etmiştir. Bu yüzden Hz. Peygamber ashabını gökyüzündeki yıldızlara benzetmiş, her birinin kendine özgü güzellik ve kemâlini vurgulamıştır.

Müslümanların rahmet yüklü farklılıklarından olan tasavvuf kolları ve mezhepler, buraya kadar ifade etmeye çalıştığımız ‘çoklukta birlik, birlikte çokluk’ prensibinin en güzel örneklerindendir. Mezhepler değişik zaman ve mekânlardaki ihtiyaçlara cevap vermek amacıyla zuhur etmiş ve böylece zahirde ihtilaf gibi görünen bu zenginlik, İslâm ümmetine muazzam bir hareket kabiliyeti kazandırmıştır.

Evrensel bir din olan İslâm, ihtilaf ve farklılıkları dinamik bir sosyal güç haline getirebildiği için, hayatiyetinden hiç bir şey kaybetmemiş ve farklı coğrafya ve milletlerin hususi yeteneklerini kullanarak, insanlık tarihinin en göz kamaştırıcı medeniyetini kurmuştur.

Benzer bir şekilde, tasavvuf kollarının zuhuru ve yaygınlaşması, aynı rahmet prensibinin tecellilerinden biridir. Nasıl hakikat bir, hakikate giden yollar muhtelif ise, tasavvuf kolları da aynı istikameti gösteren farklı işaret levhaları gibidirler. Bu levhalardan kimilerinin sarı, kimilerinin yeşil, kimilerinin sade, kimilerinin daha işlemeli olması, istikamet aynı olduğu için ancak gözkamaştırıcı bir zenginlik ve evrenselliğe işaret eder. Farklılığı rahmet olarak kabul eden İslâm açısından, mezhep ve tasavvuf kollarını gül bahçesindeki farklı güllere de benzetebiliriz. Nasıl bir gül bahçesine girdiğimizde farklı güller, renkler, tonlar ve kokular bizi farklı şekillerde cezbederse, hakikat ve adalet ölçüsüne dayalı farklılıklar da göze ve gönüle hoş gelen değişik güller gibidirler. Üstelik pek çok mürşidin özlü bir şekilde ifade ettiği gibi, bahçenin varlığını inkâr etmediği müddetçe birinin 'benim gülüm en güzel güldür' demesinde hiç bir mahzur yoktur.

Çeşitlilikle zenginleşen medeniyet

Pek çok batılının kavramakta zorlandığı bu ‘çeşitlilik zenginliktir’ formülü, İslâm’ın manevi damarlarının her daim canlı kalmasını sağlamış ve Endonezya'dan Fas'a, Afrika'dan Avrupa ve Amerika'ya kadar yayılan coğrafyada İslâm’ın ve onun maneviyat işçilerinin kendilerine bir hayat alanı bulmalarını sağlamıştır. Tüm etnik, dilsel ve kültürel farklılıklara rağmen müslümanların ortak bir dil konuşabiliyor olmasını, İslâm’ın bu evrensel ilkesine borçluyuz.

İslâm düşünce ve sanat tarihinin gözkamaştırıcı zenginliği, bu rahmet ilkesinin bir yansıması olarak vücuda gelmiştir. Hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki farklılıklarımızı, bir zenginlik olarak keşfedip kabullenmemiz, Hz. Peygamber'in işaret buyurduğu rahmete mazhar olmanın ilk şartıdır.

Kaynak:Semerkand Dergisi


1 yorum

çok güzel bir yazı

çok güzel bir yazı

11.04.2009 - misafir

Konular