Zehirli | Konular | Kitaplar

Gayb Bilgisi

“Allah, pisi temizden ayırıncaya kadar mü’minleri içinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçer (gaybı O’na bildirir). O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükafat vardır.” (Âl-i İmran suresi, 179)

“O gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resuller başka (Onlara bildirir.) Fakat O rasulün önünde ve arkasında gözetleyici (melek)ler yürütür ki resullerin, Rablerinin vahiylerini tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların her halini kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıp dökmüştür.” (Cin suresi, 27, 27, 28)

"Muhterem Hocam. Gaybın bir kısmını Allah’tan başka kimse bilemez. Yukarıdaki ayetlerde Allah resullerden dilediğini gaybı bildireceğini buyurmuş. Fakat başta İbn Arabî olmak üzere bir kısım ehli velayet gaybdan haber veriyor, keşfen gaybı bildiklerini söylüyorlar. Acaba bu gibi ayetler bu iddiaları boşa çıkarmaz mı? Ya da burada kastedilen gaybın ayrı bir özelliği mi vardır?"



Tartışma gündemimizden ne yazık ki düşmeyen konulardan birisi de gayb. İkisi soruda zikredilen gaybla ilgili ayetlerden hareketle bu meselenin çerçevesini nasıl çizmeli?

Evvela “gayb”ın, biri “mutlak”, diğeri “izafî” olmak üzere iki kısma ayrıldığını belirterek başlayalım. “Mutlak gayb”, hiçbir mahlukun bilemeyeceği gayb türüdür ki, Kur’an’da zikredilen “beş gayb” (mugayyebat-ı hams) (1) bunlardandır. Allah Teala bunların bilgisini hiç kimseye vermemiştir.(2)

“İzafî gayb” ise mahlukattan bir kısmının, Allah Teala’nın bildirmesiyle bilebileceği gayb türüdür. Peygamberlerin muttali kılındıkları gaybî hadiseler böyledir. Esasen bir insan için gayb olduğu halde başka biri için gayb olmayan hususlar da bu kapsama girer. Kalbimizden geçen hususlar buna örnektir. Herken kendi kalbinden geçeni bilir; dolayısıyla bu onun için gayb değildir. Ama bunu bir başkası bilemeyeceği için onun açısından gaybdır.

Gaybı, “meydana gelmiş” ve “henüz vuku bulmamış” gayb türleri şeklinde ayrı bir kategorilendirmeye tabi tutmak da mümkündür. Kıyamet birinciye örnektir. Evrenin herhangi bir yerinde meydana gelen kozmik olaylar ile dünyanın bilinmedik bir bölgesinde vuku bulan hadiseler, insanoğlunun bilgi sınırları dışında kaldığı sürece ikinci kategoriye örnek oluşturur.

Soru sahibinin zikrettiği ayetlerde de geçtiği gibi Allah Teala, gaybın bir kısmını elçilerine bildireceğini beyan buyurmuştur. Kur’an’da da gerek Efendimiz (s.a.v)’in, gerekse diğer peygamberlerin Allah Teala’nın bildirmesiyle gaybdan haberler verdiklerini ortaya koyan ayetler mevcuttur.(3)

“Gaybı Allah’tan başkası bilmez” ifadesi, hangi anlamda kullanıldığına bağlı olarak hem doğrulanabilir, hem de yanlışlanabilir. Şöyle ki: Eğer bu ifade ile Allah Teala’nın bildirmesi olmaksızın gaybı hiç kimsenin bilemeyeceği kastediliyorsa; doğrudur. “Allah, gaybı hiç kimseye bildirmez, dolayısıyla hiç kimse gaybı bilemez” anlamında kullanılıyorsa yanlıştır. Zira bir önceki yazıda soru sahibinin zikrettiği iki ayet, konuyu, “Allah’ın seçtiği elçiler” istisnasıyla çerçevelemektedir. Keza yine bir önceki yazıda dipnotta gönderme yaptığım ayetler Hz. İbrahim, Hz. Yusuf ve Hz. İsa’nın (hepsine selam olsun) gayb alanına giren kimi hususlara muttali kılındığını açık bir şekilde bildirmektedir.

Peki bir kısım gayba peygamberler dışında muttali kılınan başka insanlar da var mıdır?

18/el-Kehf, suresinde geçen Hz. Musa-Hz. Hızır kıssası (65-82), peygamberler dışında da bir kısım gaybî bilgilere muttali kılınan insanlar olduğunu kabul etmemizi gerektirmektedir.

Bu istidlale, Hz. Hızır’ın peygamber olduğu söylenerek itiraz edilebilir. Ancak peygamberlerden bahseden ayetler üzerinde bir parça düşünürsek görürüz ki, Kur’an’da zikri geçen peygamberlerin tamamının ya peygamber olduğu tasrih edilmiş, tebliğinin serencamından kesitler sunulmuş yahut peygamberlerin isimlerinin peşpeşe zikredildiği dizgede adı geçmiştir. Buna bir de Hz. Peygamber (s.a.v)’in verdiği haberleri eklemek gerekir. Kur’an’da şu veya bu tarzda zikredilmiş peygamberlerin peygamberliği konusunda hadislerde daha fazla detay bulunduğu izahtan varestedir.

Bunun tek istisnası Hz. Üzeyr (a.s)’dir. Kur’an’da bir tek yerde adı geçen ve Yahudiler tarafından –haşa– “Allah’ın oğlu” olarak nitelendirildiği haber verilen (4) Hz. Üzeyr (a.s)’in de peygamber olduğu kesin değildir. (5) Esasen onu zikreden ayetin ifadesi ve bağlamı da yukarıda verdiğim kriterlere uymamaktadır.

Hz. Hızır hakkında ise Kur’an’da, “katımızdan rahmet verilmiş ve ilim öğretilmiş bir kul” ifadesi geçmekte ve Hz. Musa (a.s) ile olan ibretamiz yolculukları anlatılmaktadır. Bunun dışında onun peygamberliğine, tebliğine, gönderildiği kavme… vs. dair hiçbir ayrıntı yoktur.(6) Efendimiz (s.a.v)’den de onun peygamber olduğunu ifade eden açık ve kesin bir ifade nakledilmemiştir.

Dolayısıyla onun gayba dair bilgi sahibi olması, gayba muttali kılınma özelliğinin peygamberlere mahsus olmadığını açıkça göstermektedir.

Yine Hz. Süleyman (a.s)’a, Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirebileceğini söyleyen ve dediğini yapan –”Kitap’tan bir ilim sahibi olan”– kimsenin de (7) peygamber olmadığı açıktır.

Meselenin Kur’an temelinde değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan manzara kısaca budur. Bir de “rivayetler” vadisine baktığımızda, başta Sahabe tabakası olmak üzere gayba muttali kılınan salih ve veli kullardan nakledilenler hayli fazladır.

Peygamberler dışında da gayba muttali kılınan insanlar bulunduğuna delalet eden bazı ayetlerden bahsetmiştim. Bu noktayı biraz daha açmak istiyorum.

ez-Zemahşerî, “O bütün gaybı bilir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak seçtiği bir elçi bunun dışındadır” (72/el-Cinn; 26-8) ayetlerini meşrebi doğrultusunda tefsir etmiş ve ayetlerin “evliyaya izafe edilen kerametleri iptal” ettiğini ileri sürmüştür.(8)


Fahruddîn er-Râzî onun bu istidlalini zikrettikten sonra, bu ayette geçen “gaybına” sözcüğünün “kıyametin kopuş vakti”ni anlattığını söyler. Yani ayet, kıyametin ne zaman kopacağının bilgisine – “razı olunmuş elçi” müstesna olmak üzere– kimsenin muttali kılınmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla bu ayetten hareketle gaybın sadece “razı olunmuş elçi”ye bildirileceğini, başka hiç kimsenin gayba muttali kılınmayacağını söylemek isabetli değildir. 25. ayette kıyametten bahsediliyor oluşu da bu istidlali destekleyen önemli bir noktadır.

Ancak burada bir problem bulunmaktadır: Eğer bu ayetler münhasıran kıyametin kopma zamanından bahsediyorsa, yine ayetlerin ifadesi bu hususun Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirildiğini ifade ediyor demektir. Oysa birçok hadiste Hz. Peygamber (s.a.v)’in kıyametin ne zaman kopacağını bilmediğini söylediği bilinmektedir.(9) Bu probleme de er-Râzî, kıyamet yaklaştığında onun kopuş zamanının bazı varlıklara izhar edileceğini söyleyerek cevap verir ve buna da “O gün gökyüzü bulutlarla yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecek” (25/el-Furkân, 25) ayetiyle istidlal eder. Zira ayette zikri geçen meleklerin, indirildikleri zaman kıyametin koptuğunu bileceklerinde şüphe yoktur.(10)

Görüldüğü gibi er-Râzî’nin bu probleme getirdiği cevap tatmin edici olmaktan uzaktır. Aynı şekilde er-Râzî’nin, gaybın velilere de bildirildiği konusundaki istidlal tarzı da (konunun kendisi değil, istidlal tarzı) Ebû Hayyân’ın haklı tenkitlerine maruz kalmıştır.(11) Dileyen belirttiğim yere bakabilir…

Bu ayetin, bir kısım gaybî bilgilerin sadece Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirildiğini, O’nun dışındaki hiçbir varlığın hiçbir gaybî bilgiye muttali kılınmadığını gösterdiğini söylemek, ayete yüzeysel yaklaşmak demektir. Zira;

1. Bu ayette kastedilenin, “beşer elçi” yani “peygamber” olduğu açıktır. Eğer bunu Hz. Peygamber (s.a.v)’e tahsis edersek, bir önceki yazıda zikrettiğim peygamberlerin verdiği gaybî haberlerin bizzat Kur’an’da zikredildiği vakıasını açıklayamayız.

2. Yine böyle bir tahsis, meleklerin de “gaybı bilmeyenler” kategorisinde bulunmasını gerektirir. Oysa insanlar için gayb olan pek çok hususun melekler için gayb olmadığı, ayrıca delillendirilmeye ihtiyaç duymayacak kadar bedihîdir.

3. Yine burada “resul” kelimesi geçmektedir. Bu durumda ayetin “nebi”leri istisna harici tuttuğunu söylemek gerekir ki, vakıaya aykırı olur…(12)

Yüce Allah’ın bir kısım gaybî bilgilere muttali kıldığı insanların sadece peygamberler olmadığı, evliyanın da –peygamberler kadar olmasa bile– bazı gaybiyyata muttali kılındığı konusundaki Ehl-i Sünnet inancı, kaynağını ağırlıklı olarak ilgili hadislerden almakla birlikte, konunun Kur’an ayetleriyle istidlal boyutu sadece zikrettiğim noktalardan ibaret değildir.

Sadece itikadî bir husus olması dolayısıyla değil, aynı zamanda hem nazarî, hem de pratik olarak “bilgi kaynakları” (epistemoloji) meselesiyle yakından alakası dolayısıyla bu meseleyi önemsiyorum.

Kur’an’da geçen “hikmet” kavramının “gayba ıttıla”ı da içerdiği, hatta “vahiy” kavramının yine Kur’an tarafından sadece peygamberlere mahsus olarak kullanılmadığı gibi argümanlar (13) konuyu sadece peygamberlerle sınırlandırmanın tartışmalı olduğunu göstermektedir. Hatta bir önceyi yazıda da ifade etmeye çalıştığım gibi 72/el-Cinn, 26-8 ayetlerinin, Allah Teala’nın gaybı sadece Hz. Peygamber (s.a.v)’e bildirdiği tarzında anlaşılmasının isabetli olmadığı ortadadır.

Peygamberler dışındaki insanların gaybî haberlere muttali kılınma vasıtalarından biri “ilham” ise, diğeri de, bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından “nübüvvetin kırk altıda bir cüzü” olarak ifade buyurulan rüya (sadık rüya/mübeşşirat)’dır.(14)

Allah Teala tarafından gerek rüya, gerekse ilham, hads vb. bir vasıtayla muttali kılınan gaybî bilginin Müslüman bilincindeki yeri ve etkisi konusunda pratik tecrübelerden hareketle çok şey söylenebilir.

Bugün İstanbul’un sadece manevî atmosferinde değil, bulunduğu mahallin fizik görüntüsü üzerinde dahi silinmez bir etkisi bulunan Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a)’nin kabrinin yerinin Akşemseddin hazretlerinin keşfi ile tesbit edilmesi, üzerinde düşünülebilecek örneklerden sadece bir tanesidir.

İbn Teymiyye konuyu işlediği bir yerde şöyle der: “Zevk, vecd, mükâşefe ve muhataba ehlinin hüccetine gelince, bunlardan ehl-i hak olanlar, vakıaya mutabık sahih ilhamlara mazhardır. Nitekim Sahîhân’da (el-Buhârî ve Müslim’’in Sahîh’leri) Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Sizden önceki ümmetlerde “muhaddes”ler (ilham sahipleri) vardı. Eğer ümmetimde de (muhaddes) biri varsa, Ömer’dir.” Hz. Ömer (r.a) de şöyle derdi:

“İtaatkâr insanların ağızlarına yakın durun ve onların söylediklerini işitip dinleyin. Zira onlar için sadık/doğru işler tecelli eder.”
İbn Teymiyye burada konumuzla ilgili başka birtakım rivayetler de zikrederek sözlerini sürdürür. Söylediklerini olduğu gibi buraya alarak yazıyı uzatmak istemiyorum.(15)

Salih kullardan gaybiyyatla ilgili mükâşefelerin suduru, Ebû Hayyân’ın söylediği gibi (16) “nadirattan” mıdır, yoksa er-Râzî, İbn Hacer’in (17) dediği gibi yaygın olarak görülen bir durum mudur? Sahabe tabakasından itibaren bu ümmetin salihlerinden aktarılan ve kuşaktan kuşağa intikal eden kerametler tevatür seviyesindedir.

Gerektiğinde bu noktanın detaylarına girebileceğimizi belirterek konunun bir başka boyutuna temas etmek istiyorum.

Günümüzde bu ve benzeri birçok konu tartışma gündemine sokulurken, “birtakım çevreler tarafından istismar edildiği” gerekçesinin sıklıkla kullanıldığı dikkat çekiyor. Doğru olsa bile bu noktanın meselenin özüne etkisi olmadığı açıktır.

Diyelim ki günümüzde bazı sahtekârlar gaybı bildiklerini iddia ederek cahil halkı aldatıyor ve bu nokta üzerinden çıkar sağlıyor. Bu sakıncanın önüne geçmenin yolu, “mevcut” bir şeyin “namevcut (yok)” olduğunu söylemek midir?

Bunun doğru bir yöntem olmadığını ayrıca belirtmeye gerek yok. İnsanların şu veya bu şekildeki telakkisi ne Hakk’ı Hakk olmaktan, ne de batılı batıl olmaktan çıkarır.


Ebubekir Sifil
Milli Gazete,
04 -11.06.2006


--------------------------------------------------------------


1) Kıyametin ne zaman kopacağı, yağmurun tam olarak nereye, ne zaman ve ne kadar yağacağı, rahimdeki ceninin cinsiyeti, şahsiyeti, şekli-şemali vs., kişinin yarın ne kazanacağı ve nerede öleceği. (31/Lokmân, 34.) Bunlara “beş gayb” denir ve Allah Teala’dan başka hiç kimse tarafından tam anlamıyla bilinemez. Teknolojinin ilerlemesiyle bunlardan bir kısmının “bilinebilir” hale geldiğini söylemek ya demagoji veya cehalettir. Zira insanoğlunun yağmur veya rahimdeki ceninin durumu hakkında bildikleri, hiçbir zaman “bütün detaylarıyla kesinlik ifade eden” bilgi türü değildir.

2) Elmalılı merhum, “mutlak gayb”a ilişkin olarak da rüya, ilham, keramet vb. sebeplerle bazı şeyler “sezilebilmesinin” mümkün olduğunu ancak bunların hiç birisinin zan ve vehimden uzak, yakinî ilim olamayacağının altını çizer. Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, VIII, 5415.

3) Mesela bkz. 6/el-En’âm, 75; 12/Yûsuf, 21, 37; 3/Âl-/i İmrân, 49.

4) 9/et-Tevbe, 30.

5) İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi’nde (560) Hz. Üzeyr (a.s)’in peygamber olmadığı görüşünü, İbn Kesîr’in Kasasu’l-Enbiyâ’sını referans göstererek Abdullah b. Abbas (r.a), Atâ b. Ebî Rabâh ve el-Hasenu’l-Basrî’ye nisbet etmişse de, İbn Kesîr’in adı geçen eserinde Hz. Üzeyr (r.a) kıssasının anlatıldığı yerde (II, 324-30) bunu doğrulayacak herhangi bir ifadeye rastlayamadım. İbn Kesîr, Ebû Hureyre ve İbn Abbâs (r.anhuma) tarikiyle Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Hz. Üzeyr (r.a)’in peygamber olup olmadığını bilmediğini söylediğini nakletmiş (II, 324), ilgili bölümün sonlarına doğru da (II, 328), “meşhur olan görüşe göre Hz. Üzeyr (r.a) İsrailoğulları peygamberlerinden bir peygamberdir” demiştir.

6) İbn Kesîr, adı geçen eserinde (II, 200-24) onun peygamber olduğu görüşünü destekler ve günümüze (kendi dönemine) kadar yaşadığı kanaatini çürütmek için pek çok delil ileri sürer.

7) Bkz. 27/en-Neml, 40.k

8) ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 619-20.
9) Meşhur “Cibrîl hadisi” bunlardandır.

10) Bkz. er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, XXX, 168.

11) Bkz. Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, X, 305-7.

12) Bkz. el-Âlûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, XXX, 97

13) Tartışması için bkz. İlyas Çelebi, İslam İnancında Gayb Problemi, 149 vd.

14) el-Buhârî, “Ta’bîr”, 5; et-Tirmizî, “Ru’yâ”, 2-3.

15) Bkz. Mecmû’u’l-Fetâvâ, XIII, 68-9.

16) Ebû Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, X, 305-7.

17) Bkz. Fethu’l-Bârî, VII, 383.