Zehirli | Konular | Kitaplar

ilim

Ebubekir Sifil hocamıza bir soru sorduk!

Can Cenk, Zehirli Org, ve Canfm.info adına Muhterem Ebubekir hocamıza:Bugünün Türkiyeli Müslümanı dini bilgi ve alt yapıya sahip olmak için dünyamızda olan yada ayrılan hangi alimlerin eserlerini okumalıdır, diye bir soru yönelttik. Bunca yoğunluğuna rağmen sağolsun hocamız zaman ayırıp aşağıdaki kısa sohbetle bizlerin gönüllerini hoşnut ettiler.Zira bunun yanında kendilerinden hiçbir yerde yayınlanmayan bir de fotoğraf istirham ettik. Onu da geri çevirmediler.İşte hocamızın tavsiyelerinden bir bölüm:

'' Aziz kardeş;
Bu sorunuzun, okuyucunun bilgi ve algı seviyesi, eğilimleri ve Arapça bilip bilmediği göz önünde bulundurularak cevaplandırılması lazım. Ancak yazdıklarının anlaşılmadığı hep söylene gelen birisi olarak bu tesbite bi hakkın riayet edip edemeyeceğim konusunda size garanti veremiyorum.

Yine de sorunuzu cevapsız bırakmış olmamak için ve –Arapça bilmeyen– ortalama okuyucuyu dikkatte tutarak şunları söyleyebilirim:

Hayatta olanlar:
İsmail Çetin
Prof. Dr. Cevat Akşit
Hüsnü Aktaş (Yusuf Kerimoğlu)
Mahmut Toptaş
Mehmet Emin Er
Abdullah Büyük
Ali Nar
Yusuf Özcan
Ali Küçüker

Her Musaya Bir Hızır Gerek

Desem ki, Hz. Hızır Hz. Musa’nın iç sesidir. Onun, bilincindeki hikmetin sesidir…

Nasıl ki, Hamlet’e babasının ruhu olarak görünen hayalet, gerçekte, onun bilinç altının tecessümü idi… Tabiî ki, Hamlet, Hızır aleyhisselamın zıddı kâmilinde yer alarak bir negatif benzetme değeri taşıyor. Hamlet’e, amcasını öldürmesini buyuran ve ona babasının ruhu – hayaleti- olarak görünen birsam, gerçekte, bizzat Hamlet’in bilinçaltının dışavurumudur diyebiliriz.

Hazreti Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeru” deyişi de aynı hikmetle örtüşmektedir.

Aslında hikmet, eşyanın özüne içkin olarak orada durmaktadır. İnsana düşen, onu, oradan bulup çıkartmaktır. Arşimet’e kralın verdiği görev zor mu zor bir işti. Kral belli ölçüde bir altın külçesini kuyumcusuna vererek ondan güzel bir taç yapmasını istemişti. Kuyumcu, tam da kralın arzuladığı ölçüde bakmaya kıyılmayacak denli güzel mi güzel bir taç yapıp getirmişti. Kral, kuyumcuya verdiği altının tamamının bu tacın içinde kullanılmış olup olmadığını merak ediyordu. Arşimet’e verilen görev, kralın bu merakını gidermekti. Ancak bir şartı vardı: yapılmış olan taç öylesine güzeldi ki, Arşimet taca dokunmayacaktı, çünkü verilen altından çalıntı yapılmamışsa, güzelim taç yok yere bozulmuş olacaktı. Yoksa başka türlü, zaten problem yoktu: Tacı eriterek içinde hangi madenlerin kullanıldığını herkes anlayabilirdi.

ZENGİNLİĞİN EN İYİSİ



Zenginliğin en iyisi akıl zenginliğidir.
En büyük fakirlik de ahmaklıktır.
En büyük yalnızlık kendini beğenmektir.
En büyük şeref güzel ahlâktır.
Hz. Ali -kv-

***

Ne söyleyeyim diye başta düşünmek, niçin söyledim diye sonunda pişman olmaktan iyidir!
Sadi Şirazi -ks-

***

Allah-u Teâlâ bir kulunu, nefsinin zilletini kendisine göstererek aziz kıldığı kadar, hiçbir şeyle aziz kılmamıştır. Diğer bir kulunu, nefsinin zilletini kendisinden gizlemek suretiyle zelil kıldığı kadar, hiçbir şeyle zelil kılmamıştır.
Zünnûn-ı Mısrî -ks-

***

Hadislerimi Yazın!


İlmi talep etmeye koşun. Sadık bir kimseden işitilecek bir hadis–i şerif, dünya ve dünya hazinelerinin hepsinden daha hayırlıdır. Kendine fayda veren iki hadis bile öğrenip, onları başkasına da öğreten ve onlardan faydalanan, altmış yıllık nafile ibadetten daha fazla sevap alır.

İlmi talep etmek, her Müslümana farz olduğu gibi, ilmi neşretmek de böyledir. Hadis–i şerifte de, hikmetin, mü'minin kaybolmuş malı olduğu, nerede bulursa, derhâl alması gerektiği bildirilmiştir.

Ayrıca, "Burada olanlarınız, burada olmayanlara tebliğ etsinler! Belki de kendilerinden daha anlayışlı birine tebliğ etmiş olabilirler. Sözlerimi işitip belledikten sonra, başkalarına aynen aktaranın Allah yüzünü ağartsın."(1) Bu hadis–i şerifleri baş tacı eden âlimler gereğini yerine getirmek için gerçekten büyük uğraşlar vermişlerdir.

Hz. Ebû Zerr el–Gıfârî Radıyallahu Anh şöyle demiştir:
"Kılıcı enseme dayasanız dahi Resûlullah'tan duyduğum bir sözü, başım kesilinceye kadar tebliğe vakit bulacağımı bilsem, o sözü muhakkak size yetiştiririm." Bu söz, hadis ilmine verilen önemi göstermektedir.

Haydi Gençler İlim Öğrenmeye

Ebû Derda (r.a.) anlatıyor:

“Allah Resûlü’nü (s.a.v.) şöyle derken dinledim:

‘Kim ilim tahsili için yola koyulursa Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır.

Melekler, yaptığı işten dolayı duydukları hoşnutluğu belirtmek üzere ilim öğrenenin üzerine kanatlarını gererler. Göktekiler ve sudaki balıklara varıncaya kadar yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ilim öğrenen kimse için mağfiret dilerler.

Müslümanlar Niçin Geri Kalmıştır

İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.

O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, Hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesinden] Al-gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.

EN MÜŞKİL SORUYA MÜHİM BİR CEVAP (KADER VE KAZA)

Kader ve kaza konusunda çoklarının sorduğu ve anlamakta zorlandığı soru şudur: Her şey Allah'ın takdiri, dilemesi ve hükmüyle oluyorsa ve bunun dışına çıkmak mümkün değilse, kendisine takdir edilen çizgide amel eden ve kötülük yapan bir kimseye Allah niçin hesap soruyor, ceza veriyor?

Cevap: Önce şunu belirtelim ki, Allahu Teala herkese değil, sadece mükellef olan insanlara, ihtiyarî fiillerinden hesap soracaktır. İhtiyarî fiil demek, yapıp yapmamakta serbest iken, yapmaya karar verilen fiil demektir. İnsanın iradesi dışındaki yaptığı işlere "ızdırârî, zarurî, mecburî" fiiller denir. Bu tür fiillere bir sevap veya günah yoktur. Midemizin çalışması, kanımızın dolaşması, susuzluk, açlık, uyku gibi haller, irade dışı fiillerdir, mecburi işlerdir.

Mükellef olmak için şu dört şartın bir arada bulunması gerekir:

1-Akıl.

2-İrade,

3-Güç,

4-İlim.

Aklı olmayanlara veya aklı olup da temyiz çağına ulaşmayanlara hesap ve ceza yoktur. Deliler ve çocuklar gibi.

AKIL HERKESTE EŞİT Mİ?

Sual: Akıl herkeste eşit mi?

CEVAP
Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur, yanılması ise, daha çok olur. En akıllı denilen kişi, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç güvenilmez.

İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, din işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.

Selim olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür.

AKIL BÜYÜK NİMETTİR

Sual: Büyük bir nimet olan akıl ile gerçekleri görmek mümkün olur mu?

CEVAP
Selim olan akıl ile gerçekler görülür. Selim olan akıl ise ancak Peygamberlerde bulunur. Selim olmayan kendi aklımıza uyarsak doğruyu bulmak çok güç, hatta imkansızdır. Çünkü her gruptaki insan, “Bu grup doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte, selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, bu kadar grup meydana çıkmazdı. Bu gruplara girenler de, aklına göre bu grupları tercih etmişlerdir. Akla uyulduğu için sayısız grup, sayısız hizip meydana çıkmıştır. Hatta akla uyulduğu için, beşeri dinler uydurulmuştur. Akla uyulduğu için, bu ümmetin arasından da 72 sapık fırkanın çıkacağını Resulullah efendimiz haber vermiştir. “Hangi grup çoğunlukta ise doğru odur” mantığı ile hareket edilirse, yine doğruyu bulmak mümkün olmaz. Çünkü Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruyor. (Enam 116)

Bu girişten sonra sanki doğruyu bulmak zor zannedilebilir. Hiç de zor değildir. Cenab-ı Hak, anlaşamadığımız bir işte, âlimlere uymamızı, âlim olanların da, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymalarını emrediyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyanlar, doğruyu bulur. Doğru olan bir taife her zaman bulunur.

Suriyeli Âlim Muhammed Vehbe Zuhayli Hoca İle Söyleşi

Suriyeli âlim Muhammed Vehbe ez-Zuhaylî, Dimeşk Üniversitesi Şeriat Fakültesi, el-Fikhü´l-Mukâren (Karşılaştırmalı Fıkıh) bölümünün başkanıdır. Cidde Fıkıh Konseyi gibi bir çok Uluslararası komisyonun üyesi ya da danışmanıdır. Türkiye´de daha çok, Zaman Gazetesi´nin de promosyon olarak verdiği İslam Fıkhı Ansiklopesi adlı çalışmasıyla tanınmaktadır. Görüştüğümüz tüm ilim ve fikir adamlarına yönelttiğimiz modernizm, diyalog, sünnetin teşriî değeri vb. konularla ilgili sorularımızı ez-Zuhaylî hocaya da yönelttik. Bu görüşmenin bir bölümüne Emin Saraç hocaefendi, Hamdi Aslan hoca ve H. İbrahim Kutlay hoca da katkıta bulundular.

Ömer Faruk Tokat: Türkiye´de akademik ortamda genel olarak bir tür modernist temayülün egemenliğinden bahsetmek mümkün. Pakistanlı Dr. Fazlurrahman ve sayın Hasan Hanefî vb. isimlerin etkisi altında olduğunu gözlemlediğimiz birçok akademisyen var?

Prof. Dr. Muhammed Vehbe Zuhaylî Hoca: Öncelikle Hasan Hanefî´den "sayın" diye sözetmeyin. O bir isyankârdır (mütemerriddir). Modernistler İslâm dairesinin dışında değerlendirilmelidir.

İbn-i Teymiyye'nin İlim Adamı Kimliğinin Güvenirliği

Alim, alamet ve alem kelimeleri ile aynı kökten türemiştir. Alamet insanlara çöllerde yönlerini gösteren işaret, iki araziyi birbirinden ayıran gösterge; alem ise dağ ve bayrak gibi anlamlara gelir.[1] Alim, alamet/gösterge gibi insanlara yönlerini gösterir, helal ve haram sisteminin sınırlarını çizer, bayrak gibi de durulması gereken yeri işaret eder. Dağ anlamına gelen alem kelimesi teşbih yoluyla alimler için de kullanılır. Nasıl alem/dağ yeryüzünün hareket ve temayülüne engel oluyorsa ümmetin arasında ki alimler de onların sapma ve inatlarına mani olurlar.[2]

İnsanların hedeflerine ulaşabilmeleri için alemlerin ne anlam ifade ettiklerini bilmeleri gerekir. Aksi bir durum yönlerini kaybetmelerine, yakınlaştıklarını zannettikleri anda uzaklaşmalarına yol açabilir. Onlara rehberlik eden alimlerin bilinirlikleri de en az alemler kadar önemlidir. Zira Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem) kötü niyetli alimlerin insanları saptıracaklarını ifade etmektedir. Bu yüzden usul-ü fetva kitaplarında bir alimin fetvası ile amel etmenin şartları sayılırken kimlik bilgilerinin bilinmesi de zikredilmektedir. Nitekim adı meşhur olmasına rağmen biyografisi meçhul kalan ?Molla Miskin?in fetvalarıyla amel edilmemiştir.

İmam-ı Azam'ın Talebesi Yusuf B.Halit Es- Semti'ye Vasiyeti

İmam-ı Azam Ebû Hanîfe?nin yanında ilim tahsilini tamamlayan Yusuf bin Halit es-Semtî[2], memleketi Basra?ya dönmek için hocasından izin ister. İmam Ebu Hanife, insanî ilişkiler, ilim erbabının mertebeleri, nefis terbiyesi, avam-havas her çeşit insanın eğitimi ve onların durumundan haberdar olmak gibi konularda gerekli nasihatlerde bulunmak üzere kendisine biraz beklemesini; bu vesileyle memleketine döndüğünde ilmine tesir kazandıracak bir araç edinebileceğini söyler ve şu sözleriyle kendisine nasihat etmeye başlar:

?Evladım! Bilesin ki, insanlarla iyi geçinemediğin takdirde, anan-baban dahi olsalar, onları kendine düşman etmiş olursun. Fakat insanlarla iyi geçinebilirsen, yakının olmasalar bile onları kendine bir anne ve bir baba gibi yakınlaştırabilirsin.?

Yusuf bin Halit es-Semtî devamla o gün hocasının kendisine şunları söylediğini nakleder:

?Biraz bekle de zihnimi toparlayıp sana özel bir vakit ayırayım. Sana takdir edeceğin bazı şeyler öğreteyim. Tevfik Allah?tandır.?

YANLIŞ ANLAMANIN İDEOLOJİK ARKA PLANI

İnsanlar farklı anlama kabiliyetlerine sahiptirler. Kimi riyazi meseleleri, kimi ictimai hususları, kimi de iktisadi konuları kolaylıkla idrak edebilir. Herkes farklı bir alanda mütebahhirdir. Gazali gibi ilgilendiği bütün ilimleri ?eba?d-ı selase?si ile kavrayan alimler ilim tarihinin şaz kahramanlarıdır.

Ademoğlu ?anlamaktan aciz olduğunu? anlayınca büyük oluşlara kapı aralar. Kalbin daralıp zihnin durduğu anlarda bazen bir yerine bin ?oluş? zuhur eder. Gecenin zifiri karanlığında ayağının üzerini göremeyenler çakan bir şimşekle kilometrelerce öteye uzanır.

İrfana ulaşmak bir ?mevhibe-i rahmani?dir. Büyük ruhlu alimlerin dahi bilemeyeceği meseleler vardır. Hakikat şu ki ?Her bilenin üzerinde bir bilen? olmuştur. Bütün anlama faaliyetlerinin durduğu bir nokta var ki orası aklın ?Sidre-i Münteha?sıdır. Onu tanımak anlamanın imkan ve sınırlarını belirler.

Kur?an?ın vahy edilişinin yegane gayesi anlaşılmaktır. İslami ilimler tertip ve tanzim edilirken muhatapların anlaması esas alınmıştır. Bu çerçevede İslam?ın erken asırlarından itibaren doğru anlamayı temin edecek usuller tespit ve telif edilmiştir. Fıkıh, tefsir ve hadis usulleri bu bağlamda vücut bulmuşlardır.

BÜTÜN ZAMANLARIN MÜCTEHİDİ:EBU HANİFE

İlim, Allah Teala’dan Efendimiz’e (s.a.v.), sonra ashabına, sonra tabiuna, sonra Ebu Hanife’ye, sonra da talebelerine intikal etti. Dileyen buna razı olsun, dileyen gücensin. Hakikat değişmez.[1]
-Halef b. Eyyüb-

İlimde en büyük rütbe Allah Resulü’ne (s.a.v.) aittir. Sonra raşid halifeler, fakih/müfessir sahabiler ve müçtehit imamlar gelir. Sahabe asrını takiben gelen ulema kadrosu içerisinde en büyük rütbe ise İmam Şafii’nin (r.a.) ifadesiyle Ebu Hanife’ye (r.a.) aittir. Bu yüzdendir ki “Mebsut” gibi delil ve hüküm hazinesi bir kitabı zindanda -yanında hiç bir eser olmaksızın telif eden- Serahsi gibi bir alim mutlak müçtehit olmaktansa Ona tabi bir fakih olarak kalmayı tercih etmiştir.

Ebu Hanife’nin (r.a.) ilimdeki dirayetini, Kur’an ve Sünnet’e vukufiyetini anlayabilmek için çözüme kavuşturduğu meseleleri tanımak/mütalaa etmek gerekir. Bunun için de asgari bir ilim adamı nosyonuna sahip olmak lazımdır. Bu nosyondan mahrum olanların, Onu (r.a.), çözülmez gibi görünen sorunları halleden “Hallalu’l-Meşakil” kimliğiyle anlamaları aşırı iyimserlik olacaktır. Ebu Hanife’yi (r.a.), bu kimliğiyle en doğru İmam Malik (r.a.) ve Şafii (r.a.) gibi mutlak ya da Ebu Yusuf (r.a.) ve İmam Muhammed (r.a.) gibi müntesip müçtehit ünvanına sahip alimler anladı.

YAKIN DÖNEM İLİM VE FİKİR ATLASI

EMİN SARAÇ HOCA İLE YAKIN DÖNEM İLİM VE FİKİR ATLASI ÜZERİNE

Gidenlerin yeri doldurulamadı. Bu gün itibariyle ne Mustafa Sabri ne de Ali Haydar Efendi çapında alimimiz var. “Kaht-ı rical” yaşıyoruz. Muhteşem bir mirasa sahibiz fakat, harici ve dahili unsurlar ilimle aramıza kalın duvarlar ördü. Her şeye rağmen yer yer zuhur eden alimler, yeni kuşakları ilmi mirasımızla buluşturan koridor vazifesi görmekteler.

Emin Saraç Hoca, mazi ile günümüz arasında koridor vazifesi gören ya da kudema bezminde ahirde ders okutan alimlerden biri. Fatih Camiinde Osmanlı ulemasından okuduğu şekilde İslami ilimleri okutmaya devam ediyor. Özellikle hadis alanında çok sayıda talebe yetiştirdi.

Daha önce Hoca efendi ile Fatih Camii merkezli bir söyleşi yapmıştık. Aşağıda okuyacağınız söyleşide ise Cumhuriyet döneminin ilk yıllarındaki İstanbul’un ilim ve zikir atlasından İslam coğrafyasındaki modernist akımlara kadar bir çok meseleyi konuştuk.

-İnkişaf-

Hafızlık

İnkişaf: Hocam uygun görürseniz ilk olarak İstanbul öncesi tahsil hayatınızdan başlayalım?

İlk olarak memleketimizde hafızlık yaptık. Biz dört kardeş hafızlığı babamızda ikmal ettik. Doğrusu babamın o zamanki gayreti fevkalade bir hadiseydi. O günkü şartlarda jandarmaların baskısı vardı. Babamı kaç defa alıp götürmüşlerdi.