Zehirli | Konular | Kitaplar

EVLİYANIN YOLU KUR’AN VE SÜNNETTİR

Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Benim ashabım, gökteki yıldızlar gibidir. Kim ki onlara iktida ederse (uyarsa), hidayete ermişlerden olur."

Neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bilmek, ayırt etmek için bizden önceki salih kimselerin, Ashab-ı Kiram'ın hal ve hareket tarzını öğrenmemiz lazımdır. Bunları öğrendiğimiz zaman; hem kendi noksanlığımız, hem de diğer mümin kardeşlerimizin eksik ve hataları meydana çıkar. Ve bütün bunları düzeltmek imkanı buluruz.

Allah Resul’ünün Varislerine Uyalım

Peygamber Efendimiz (sav) hadis-i şerifinde bize ne güzel yol göstermiştir…

Ashab-ı Kiram aramızda olmadığına göre; kim onlara mutabaat ediyor, tuttukları yoldan gidiyorsa, onlara uymak lazım. Kim; Allah-u Zülcelal'e ibadet ediyor, zikrini yapıyor ve O'nun yolunda hizmet ediyorsa, ona iktida etmek, onu takip etmek lazım..

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) miras olarak mal-mülk bırakmadı. İlmi, nasihati miras bıraktı. Kim bu ilme, nasihatlere, emr-i bi'l ma'ruf ve nehy-i ani'l münkere (iyiliği emredip kötülüğü yerme işine) sahip çıkarsa; işte gerçek varis odur.

Bu, kim olursa olsun, hiç fark etmez. İçimizden birisi, bir kaç kitap okuyup kendini yetiştirir ve öğrendikleri ile amel ederse; manevi olarak da Peygamber Efendimiz (sav)in ahlakıyla ahlaklanırsa, o da Peygamber Efendimiz (sav)in ve Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhum)un varisi olur.

Ebu Derda (radiyallahu anh)'dan rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur; "Muhakkak alimler, peygamberlerin varisleridir. Onlar dinar ve dirhemlere (peygamberlerin mallarına) varis olmamışlardır. Ancak ilme varis olmuşlardır." (Ebu Davud, Tirmizi)

Bu hadis-i şeriften açıkça anlaşılacağı üzere, sadece ilmi, zahiri ilim olarak alıp manevi ilmi gözardı etmek, ancak büyük bir cehaletin eseridir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Ashab-ı Kiramı nasıl küfür bataklığından, zulmetten ve cehaletten kurtarmış ise ilmiyle amel eden alimler de kendileriyle beraber olanları, kendi vasıflarıyla donatırlar.

Bazılarının yaptığı gibi zahiri ilmi kabul edip, manevi ilmi reddetmek suretiyle tasavvuf ehline ve Allah dostlarına dil uzatmak, bunlara bir menfaat sağlamadığı gibi o tasavvuf ehline de bir zarar veremez. Nitekim Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur; "Benim ümmetimden hak üzere bir cemaat olacaktır. Bir kimsenin onları hak yoldan çevirmeye çalışması onlara zarar vermez, ta ki Allah-u Zülcelal'in emri gelinceye kadar bu böyle devam eder." (Buhari, Müslim, Tirmizi)

Bu hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber (sav)in varisleri hak üzere ümmet-i Muhammed'i kıyamete kadar irşad edeceklerdir. O varisler ki hakiki ilmiyle amel eden alimlerdir.

Düşmanları ve İnkarcıları Onlara Zarar Veremez

Herhangi bir kimsenin evliya-ı kiramı kabul edipte tasavvuf ve tasavvuf yolunu inkar etmesi sözkonusu olamaz. Mezhep imamları da tasavvufu kabul etmişlerdir. Mesela Hanbeli Mezhebi’nin imamı Ahmed bin Hanbel (ra) önceleri tasavvuf ve tarikatı tasvip etmediği halde, Ebu Hamza Bağdadi (ks)yu gördükten sonra, tasavvuf ve tarikatın hak ve de gerekli olduğunu itiraf etmiştir.

Hatta oğlu Abdullah'a; "Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol, Allah-u Zülcelal'in tanınması, zühd ve güzel ahlak bunlarla beraber bulunmaktadır." diye nasihatte bulunmuştur. Çünkü bütün evliya-ı kiram, bu büyük tasavvuf yolundan gelmişlerdir. Bu yüzden onlarla beraber olmak, büyük bir ilaç olduğu gibi onlardan ayrılmak ta acı bir zehirdir.

Nitekim Ebu Turab (kuddise sirruh) şöyle demiştir; "Kul'a, Allah-u Zülcelal'den yüz çevirme hali gelince, Evliya-ı Kiram'a sataşmaya başlar."

Akıllı olan herkes, şuurlu bir şekilde düşündüğü zaman, Allah-u Zülcelal'in dostları ile beraber olmanın, onlarla sohbet etmenin faydalı olduğunu itiraf edip, bunun Allah-u Zülcelal'e ulaşmak ve rızasına nail olmak için şart olduğunu kabul edecektir.

Kısacası; onlara uyarsak hidayete erenlerden oluruz. Yok, eğer kendimizi onların gitmiş olduğu yoldan ayırırsak, dalalete, sapıklığa düşenlerden oluruz. Çünkü, bu doğru yolun dışındaki bütün yollar, şeytanın yollarıdır. Nitekim, Allah-u Zülcelal Ayet-i Kerime'de:
"Bu benim, dosdoğru yolumdur, ona tabi olun!" (Yasin, 61) Buyurmaktadır.

İşte, bu yolun dışında, kendimize başka bir yol aramak, dalaletten, sapıklıktan başka bir şey değildir.

Evliyanın Yolu Tasavvuf; Kur’an ve Sünnettir

Tasavvuf, Kur'an ve sünnetin yolu olduğu için, tasavvuf ehli olan Allah dostları da Kur'an ve Sünnet’in dışında olan hiçbir şeye iltifat etmezler. Nitekim Cüneyd-i Bağdadi (ks) şöyle demiştir; "Tasavvuf ehli, içine hertürlü pislik atıldığı halde ondan hep güzel şeyler çıkan toprak gibidir. Tasavvuf ehli bulut gibidir, herkesi gölgelendirir. Tasavvuf ehli yağmur gibidir, herkes ondan istifade eder."

Tasavvuf ehli, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)in manevi yolunda yürüyebilmek için kalbiyle, ruhuyla birlikte mücadele etmektedir. Rivayet edilmiştir ki; Bir gün Bayezid-i Bestami (ks)nun yakınları kendisine, "Efendim filan yerde büyük bir zat var. Fazilet ve keramet sahibi bir veli'dir" dediler ve daha başka sözlerle o zatı çok medhettiler.

Bunun üzerine Bayezid-i Bestami (ks), "Madem öyledir. O halde o büyük zatı ziyarete gitmemiz lazım oldu" buyurdular. Talebelerinden bazıları ile onun bulunduğu yere geldiler. Bayezid-i Bestami (ks) bildirilen zatın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tükürdüğünü gördü. Görüşmekten vazgeçip tekrar geri döndü.

Sonra o kimse hakkında; "Dinin hükümlerini yerine getirmekte, sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riayette zayıf birisine, nasıl olur da keramet sahibi denilir. Böyle bir kimsenin, Allah-u Teala'nın evliyasından olması mümkün değildir." buyurdu.

Bayezid-i Bestami (ks) böyle iken ona ve onun gibi olanların yoluna düşmanlık etmek, onları kötülemek ne kadar kötü bir haldir. Allah-u Zülcelal'in yolunun üzerinde böyle titiz davranan kimseleri sevmemek ve onların yoluna uymamak ne kadar büyük bir cehalettir!

Halbuki Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur; "Bize itaat uğrunda mücadele edenlere gelince; muhakkak biz onları bize gelen yollarımıza ulaştırırız. Şüphesiz Allah, iyilik sahipleri ile beraberdir." (Ankebut; 69)

Tasavvufun büyüklüğü, içine girildikten sonra; tasavvuf ehlinin güzelliği de onları tanıdıktan sonra anlaşılabilir.

Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur; "Kim Allah'ın rahmetine müstehak olmak için Rabbiyle karşılaşmayı temenni ediyorsa salih amel yapsın, Allah'a ibadette şirk koşmasın." (Kehf; 110)

Allah-u Zülcelal'e ibadette şirk koşmamak ancak ihlaslı olarak amel yapmakla mümkündür. İhlaslı olarak amel yapabilmenin yolu da tasavvuftur.

Ashabın ve Salihlerin Ahlakını Öğrenelim

Bizden önceki salihlerin ve Ashab-ı Kiram (radıyallahu anhhum)un hal ve hareketlerini çok iyi öğrenmeliyiz ki; bir kimse 'Ben Peygamber Efendimiz (sav)in ve Ashab-ı Kiram’ın ahlakıyla ahlaklandım, onların yolundan gidiyorum' dediği zaman, doğru mu söylüyor, yoksa yalan mı söylüyor, ayırt edebilelim.

Ebu Osman (ks) isminde bir zat, bir gün arkadaşları ile birlikte, yoldan geçerken, yukarıdan üzerlerine sıcak kül döktüler. Arkadaşları sinirlenerek bağırıp çağırdılar. Ancak, Ebu Osman (ks) halim bir şekilde arkadaşlarına dedi ki: “Neden kızıyorsunuz? Bu sıcak kül, cehennemin sıcağından daha mı sıcaktır? Ben Allah-u Zülcelal'e karşı mahcubum, cehenneme müstehakım. Bu kül, Allah'ın beni affetmesi için belki günahlarıma kefaret olacaktır. Niçin kızıyorsunuz?”

İşte görüldüğü gibi selefin ahlakı, aynı Peygamber Efendimiz (sav)in ahlakı gibiydi. Enes bin Malik (ra), Peygamber Efendimiz (sav)in ahlakına güzel bir örnek olan şu olayı nakletmiştir: "Bir gün yanımıza bir bedevi geldi. Peygamber Efendimiz (sav)e sert bir şekilde hitap ederek, mübarek cübbesinden hızlıca çekti. Hatta boynunda cübbenin izi çıktı.

Bedevi dedi ki: 'Ya Muhammed! Yanında bulunan mallardan bana da ver!' Peygamber Efendimiz (sav) tebessüm ederek, yanındaki Sahabelere, onun ihtiyacını gidermelerini emretti. Ve bedevi verilen malları alıp gitti."

Bakınız! Onlar nasıl hareket ediyorlardı; biz nasıl hareket ediyoruz? Biraz kıyaslama yaptığımız zaman eksiklerimiz bir bir ortaya çıkacaktır.

Kelime-i Tevhid’teki Samimiyet

Bizden öncekiler, iman ettikleri zaman, öyle samimiyetle Allah-u Zülcelal'e yöneliyorlardı ki, Allah onlardan razı oluyordu. Nebi Musa (as) bir yerden geçerken, kamburu çıkmış bir ihtiyarı, ateşe taparken gördü.

- Ne yapıyorsun? Diye sorduğunda, ihtiyar dedi ki:
- İbadet ediyorum. Musa (aleyhisselam) ihtiyara şöyle hitap etti:
- Senin Allah'a dönme zamanın gelmedi mi? Ateşe tapıyorsun ama sana bir kâr sağlamayacağı gibi; bir zarar da veremez. Nerede ise öleceksin, artık tövbe etme zamanın gelmedi mi? İhtiyar adam şöyle cevap verdi:
- Ya Musa! Ben, tövbe edip Allah'a dönersem, bu yaşımda beni affeder mi? Musa (as):
- Kaç yaşındasın? Diye sorduğunda,
- Doksan dört yaşındayım, dedi. Musa (as) :
- Allah-u Zülcelal, affedici ve merhamet sahibidir. Sen tövbe et, gerisine karışma, dedi İhtiyar:
- Ya Musa! Bana kelime-i tevhidi öğret, dedi Musa (as):
- 'Eşhedu en la ilahe illellah, ve enne Musa Resulullah' diyerek ona öğretti.

İhtiyar kelime-i tevhidi söyleyince öyle bir rahatladı, öyle bir neşelendi ki, kendisine bir cezbe hali geldi ve yerlerde yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (as) yanına gittiğinde vefat etmiş olduğunu gördü. Öyle şaşırdı ki: 'O kadar sene ateşe taptı. Bir kelime-i tevhid ile aşka geldi; öyle bir sevindi ki, Allah aşkından yandı. Acaba Allah-u Zülcelal ona nasıl muamele etti ki, kelime-i tevhid ile bu hale geldi' diye merak etti. Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulunup:

-Ya Rabbi! Bu kulun hali ne oldu? Diye sordu. Allah-u Zülcelal, Musa (as)a şöyle hitap etti:
-Ya Musa! Bana kelime-i tevhid ile gelenden razı olup cennetimi vereceğimi bilmiyor musun?
İşte, Allah-u Zülcelal'e imanımızda biraz samimi olursak, bize karşı merhameti böyle olacaktır.

Allah-u Zülcelal kendi razı olacağı şekilde salih amel yapmayı, sevdiği ve seçtiği kullar olan Evliyaullah'ı sevmeyi ve onlar ile beraber olmayı nasip etsin, inşallah-u teala... (amin)

Sallallahu ala Seyyidinâ Muhammedin Nebiyyi'l Ummiyyi ve alâ Âlihî ve Sahbihî ve sellem.

İLİM MECLİSİNDEN SOHBETLER
Kaynak:Gülistan Dergisi
82. Sayı-Ekim 2007


Konular