Zehirli | Konular | Kitaplar

DİNDE DELİL OLARAK SÜNNET VE İNKAR EDENİN HÜKMÜ -II-



I. ‘MÜTEVATİR’ OLSUN ‘AHAD’ OLSUN, SÜNNETİN TAMAMI HÜCCETTİR

1- Sünnetin Hüccet Olduğuna Dair Kur’an-ı Kerim’den Deliller:

(önceki sayıdan devam)

“Hiçbir Peygamberi Allah’ın izniyle itaat edilmesi dışında bir sebeple göndermedik.” (Nisa, 164).

“Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne itaat ediniz!” (Enfal, 20).

“Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80).

“Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Resul’üne itaat edin ve sizden olan emir (yetki) sahiplerine de… Şayet herhangi bir şeyde tartışmaya (nizaya) düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, onu Allah'a ve Resul’üne havale ediniz. Bu daha hayırlı ve akıbet itibariyle daha güzeldir.” (Nisa, 59).

“Hayır! Rabbine ant olsun ki onlar, aralarında vuku bulan anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkça, sonra da vereceğin hükmü gönül huzuruyla kabul edip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa, 65).

Bu ayetler, Hz. Peygamber’e (sav) beraberinde getirip emrettiği bütün şeylerde itaat edilmesinin vacip olduğunu kanıtlar. Ve yine kanıtlar ki, birbirinden ayrı iki itaat vardır; Allah’ın kitabında emrettiklerine itaat ve Allah’ın emretmeyip, Resulünün emrettiklerine itaat. Aynı zamanda, son iki ayet, insanların Allah’ı ve Resulünü, çekiştikleri ve aralarında karışıklığa uğramış her şeyde hakem kılıp verilen hükme rıza göstermedikleri sürece, iman etmiş olmayacaklarını kanıtlar. İki önemli vurgu; Allah ve Resulünü çekişme konusunda hakem tayin etme ve Hz. Peygamberin verdiği hükme rıza gösterme.

Malumdur ki insanlar arasında vuku bulan anlaşmazlıkların büyük kısmı için Kura'nı Kerim'de uzlaştırma hükmü belirtilmemiştir. Ve Kur'an, yukarıda zikrettiğimiz her iki ayetle insanlara, düştükleri bütün anlaşmazlıklarda Allah ve Resulünün hükmüne müracaat etmeyi emretmektedir. Demek ki hükmü Kur'an’da zikredilmeyen diğer anlaşmazlıklar için Kur'an, bizi Resulullah'ın sünnetine yönlendirmektedir.

Şayet sünnet, Kur'an-ı Kerim gibi hakem kılınıp itaat edilmesi vacip olmamış olsaydı, Allah (c.c) bütün Müslümanlara tüm anlaşmazlık ve davalaşmalarında kendisini ve Resulünü hakem tayin etmelerini emretmezdi.

c) Peygambere bahşedilen bir diğer özellik, onun bütün Müslümanlar için uyulması zorunlu olan örnek insan olmasıdır. “Sizler için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman kimseler için Allah resulünde güzel örnek vardır.” (Ahzap, 21)

Yüce Allah, peygamberin kayıtsız şartsız bir şekilde güzel örnek olduğunu belirtmiştir. Bu, Müslümanların söz, fiil ve davranışlardan oluşan bütün işlerde peygamberi örnek edinmek ve ona uymakla emredildiklerini gösterir. Aynı zamanda bu, sünnetin bütün kısımlarıyla hüccet olduğunun bir delilidir. Sünnetin hüccet olduğuna dair Kur`an-ı Kerim’deki delillerden bu kadarıyla yetiniyoruz. Çünkü bir makale bunlardan fazlasına yer vermez.

2-Sünnetin Hüccet Olduğuna Dair Sünnetten Deliller:

Bu makalemiz uzamasın diye, bu konuya yalnız iki hadisi delil getirmekle yetineceğiz.

Ebu Hureyre (r.a) Allah resulünün şöyle buyurduğunu nakleder: “Sizi kendi halinizle baş başa bıraktığım sürece beni bırakın. Zira sizden öncekileri çokça soru sormaları ve Peygamberlerine muhalefet etmeleri helaka uğrattı. Sizi bir şeyden sakındırdığımda ise ondan kaçının. Size bir şeyi emrettiğimde, gücünüz oranında onu yerine getirin.” (Buharî, Müslim, Tirmizi ).

Ebu Hureyre (r.a) Allah resulünün şöyle buyurduğunu nakleder: “Cennete girmemekte direnen hariç, ümmetimin tümü cennete girecektir. ‘Cennete girmemekte kim direnir?’ Diye sorulduğunda: Bana itaat eden cennete girer, bana itaat etmeden cennete girmek isteyendir’ şeklinde cevap verir.” (Buharî)

Sünnetin hüccet oluşu, sünnet ile şu şekilde ispatlanır: Resulullah'ın nübüvvetini ispatlayan deliller, aynı zamanda O'nun tebliğ makamında Allah'tan aktardığı haberlerde de masum (yalan ve hatadan beri) olduğunu ispatlar. Allah Resulü, Kur`an-ı Kerim’in Allah’ın kelamı olduğunu haber verdiği gibi emirlerine riayet ve nehiylerinden sakınma suretiyle O'na uymanın ve itaat etmenin vacipliğini de ifade etmiştir. Yani, Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelamı olduğunu ispatlayan Peygamberimizin sünneti, aynı zamanda Resululluh'a itaat etmeyi de yani sünnetleri de ispatlamıştır.

3-Sünnetin Hüccet Olduğuna Dair Aklî Deliller:

a) Şayet sünnet kabul görüp amel edilmesi gerekli bir hüccet olmasaydı, İslam dinine ait hiçbir şey ispatlanmış olmazdı. İslam’ın Allah (c.c) katından indirilmiş bir din olması Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğinin ispatlanmasına bağlıdır. Çünkü Muhammed (s.a.v)’in peygamberliği, mucizeyle teyit edilen iddiasıyla sabittir.

Peygamberlik sadece olağanüstü bir hal sergilemekle yetinmez; zira bu olağanüstü hal, peygamber olmayanda da görülebilir. O halde Muhammed (s.a.v)'in Peygamberliğini iddia etmesi, sözlerinden bir söz, İslam varlığının dayandığı sünnetlerinden bir sünnettir.

b) Kur’an-ı Kerim’in hak ve Allah’ın (c.c) kelamı olması, Hz. Peygamberin: “Kur`an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır” sözüne tevakkuf eder. Bu söz ise onun sözlerinden bir söz, sünnetlerden bir sünnettir. Dolayısıyla Kur`an-ı Kerim’in hüccetliği, sünnetin hüccet olmasına dayanır.

c) Sünneti devre dışı bırakarak Kur`an-ı Kerim ile amel etmek mümkün olamaz. Zira Kur`an-ı Kerim hükümlerinin birçoğu mücmel (genel/kapalı kavram) içerikli hükümlerdir. Onda ayrıntılı olarak zikredilen hükümler çok azdır. Bu mücmel yüklü hükümlerin tafsilat ve açılımlarında, Allah (c.c) şu ayetiyle peygamberini merci göstermektedir: “Biz zikri (Kur`an-ı Kerim’i) sana indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni beyan edesin (açıklayasın).” (Nahl, 44).

Şayet peygamberin bu hükümleri açıkladığı doğrultuda amel etmek vacip olmasaydı, mücmel olarak ifade edilmiş hükümlerle amel etmek mümkün olmazdı. Buna örnek vermek gerekirse, Allah’ın namazı ikame (dosdoğru) kılın emrini düşünebiliriz. Namazı ikame (dosdoğru) kılmak namazın şekil, sayı, miktar ve vakitlerini bilmeye dayanır (ki bunlar Kur`an-ı Kerim’de yer almamaktadır).

Hakeza bunları zekât, oruç, haç ibadetleri için de söyleriz. Durum böyleyken, Allah Müslümanlara alışveriş, miras, nikâh ve cinayet gibi konularla ilgili aralarındaki bütün çekişme ve karışıklıktan ötürü Allah’ı ve resulünü hakem seçmeyi emreder. Hiç şüphe yoktur ki Kur`an-ı Kerim bu karışıklıkların bir hayli az kısmına cevap sağlamıştır. Hatta bu az kısmı bile nispeten mücmel olduğundan, tafsile ihtiyaç duyar.

Eğer ki şer’i hükümlerin ispatı, Kur`an-ı Kerim’deki hükümler veya ispatı ve delalet etmesi kat’i (kesin) hükümlerle sınırlı kalsaydı, sadece Kur`an-ı Kerim’le amel edilmez ve amel edilmediği için de Kur`an-ı Kerim’in hükümleri fayda sağlamayıp terk edilirdi. Allah kelamı bu olumsuz vasıflarla vasıflanmaktan ve akl-ı selim sahibi insanların aklına muhalif bir durum ihtiva etmekten münezzeh ve yücedir.

Bu delil, sünnetin genel bir açıyla hüccet olduğuna delalet ettiği gibi sünnetin haber’ül vahid kısmında da hüccet olduğuna delalet etmektedir. Zira, Kur’an-ı Kerim’i açıklayan sünnetin büyük bir kısmı haber’ül ahaddan oluşmaktadır. Zaten haber’ül ahad’ın amel edilmesi gerekli bir hüccet olmaması durumunda, Allah (c.c)’ın kitabıyla amel edilemeyeceğini söylemiştik.

II. HEBER’ÜL AHAD’IN HÜCCET OLDUĞUNA DAİR İSPAT:

Genel bir bakışla, sünnetin hüccet olduğunu inkâr etmeyip mütevatir dışında kalan haber-ul ahadı inkâr eden bir kesim mevcut. Gösterdikleri sebep; Haber-ul ahadin kesin bilgi kaynağı olmadığını düşünmeleri. Ve iddia ediyorlar ki Allah’ın dininde amel edilmesi gereken ‘zan’ değil, yakin (kesin bilgidir). Çünkü zan, hakikate ters düştüğünden, hakikatin hiçbir şekilde yerini almaz. Bu kesime cevaben diyorum: Birçok delil vardır ki, Allah’ın dininde zanla veya zanna dayalı haber-ul ahâd ile amel edilmesinin vacip olduğunu gösterir.

Birinci delil: Zan ile amel etmek, dünyevi bir zorunluluk olduğu gibi dini bir zorunluluk olduğu da kesindir. Gerçek olan şu ki, dünyevi işlerimizin neredeyse tamamı zan üzerine kaimdir, bir insan sadece ilerde oturacağım ümidiyle bir ev inşa eder, bir öğrenci yalnızca bitirip mesleğimi alırım umuduyla okula başlar ve hâlbuki bunlar sadece zandır.

Hatta iyi düşünüldüğünde, zanla amel etmenin rahmet olduğu anlaşılır. Çünkü eğer insanlar her şeyin akıbetini bilselerdi; yani yakini bilgiye sahip olsalardı, ileriye yönelik hiçbir ümitleri olmayacağından, yaşam bir azaba dönüşürdü onlar için. Kur’an ve mütevâtir sünnetle amel etmenin, ancak ahad haberlerle (hadis) amel etmekle mümkün olabileceğini daha önce belirttik. Kur’an-ı Kerim amel edilsin diye indirildiğine göre, bunun yolu sünnetin haber-ul ahâd kısmıyla amel etmekten geçer.

İkinci delil: Yüce Allah der ki: “Şayet bir fasık size bir haber ulaştırdığında (o haberi) araştırın.” (Hucurat, 6) Bu ayetten anlaşılan, adil kişinin verdiği haberin araştırılmasının vacip olmaması ve zan ifade eden haber-i vahid ile amel etmenin caiz olduğunu gösterir.

Üçüncü delil: Allah Resulü’nün (s.a.v) dini hükümleri tebliğ ve helal-haramı bildirmek için bir takım elçiler görevlendirdiği mütevâtir rivayetlerle sabittir. Kimi zaman bu elçiler, beraberlerinde yazılı belgeler taşıdılar. Bu duruma, krallara gönderilen elçileri örnek verebiliriz. Allah Resulü'nün (s.a.v) emirlerini taşımaları ahâd yolu üzereydi. Bununla beraber, elçiler masum olmayıp taşıdıkları haber zan çemberine dahildi. Şayet haber-ul ahâd hüccet olmamış olsaydı, tebliğ görevi ifâ edilmiş olmazdı.

Dördüncü delil: Sahabiler (r.a) sınırlanmayacak kadar çok vakıalarda adil kişinin bildirdiği haber ile amel edilmesinin vacib olduğuna icmâ ettiler. Bu vakıalar tek tek mütevâtir derecesine ulaşmasalar da bir bütün olarak mütevatirdir. Sabit vakıaların tümünü ele almaya kalkarsak buna nefesler yetmez; kâğıtlar ise yazmakla tükenir.
(devam edecek)

Kaynak:Gülistan Dergisi
78. Sayı-Haziran 2007


Konular