Zehirli | Konular | Kitaplar

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V)’E İTAATTEN ALIKOYAN ENGELLER -III-


Peygamber Efendimiz’in ahlâklarının beşerî çirkinliklerden uzak oluşu ve aynı zamanda ilâhî yakınlığa yol veren yüksek meziyetleri aşikârdır. Akl-ı selim olmak, mutlak bir şekilde ona itaat etmeyi gerektirir. Ancak, insanı tesiri altında tutarak bundan meneden menfî kuvvetler vardır. Önceki yazılarımızda, bu kuvvetlerden ‘dünya sevgisi’ ve ‘nefsin’ menfi etkisinden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise; itaat hali yaşantısında tezahür edecek olan mü’minin iç dünyasını oluşturan nefis ve ruh keyfiyetinin, itaat noktasındaki ehemmiyetine dikkat çekmek istiyoruz.

Bilgiye Rağmen İtaat Noksanlığı

Peygamber’e itaat, Hakk’ın emri iledir ki O, Peygamber’e itaatin kendisine itaat olduğuna hükmetmiş ve kendi sevgisine açılan yegâne yol kılmıştır. “De ki; eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. ” (Âl-i İmrân, 3/31) âyeti, yine, “Kim bana itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiştir. Kim de bana isyan ederse muhakkak ki Allah'a isyan etmiştir.” (İbn-i Mâce, 3,1) hadîs-i şerifi bu hakikati izhar etmektedir.

Peygamber Efendimiz’e sevgi ve itaatin gerekliliğini bu ve bu yönde benzer birçok âyet ve hadislerden okuyor, bizleri şekillendirecek ve hayatımıza yön verecek olan sünnetleri öğrenme yollarından herhangi biriyle öğreniyoruz. Ümmet olmada asıl olan; örnek almamız gereken Peygamberimiz’e ittiba etmek; ahlâklarını, zâhirî ve bâtınî vasıflarını hiç bozmadan muhafaza ederek yaşamak ve bu yolla da Cenâb-ı Hakk’ın rızasını elde etmektir.

Her mü’min, çeşitli vesilelerle öğrendiği Peygamberî ahlâk ve sünnetleri gerek şahsında ve gerek çevresinde yaşamak ister. Hâlbuki insanı tesiri altında tutarak bundan meneden menfî kuvvetler vardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v), bir keresinde; “İmtina edenler hariç, bütün ümmetim cennete girecektir!” buyurmuşlardı. Sahâbeler bunun üzerine;

“(Cennete girmekten) kim imtina eder ki?” dediler. Efendimiz (s.a.v) cevaben;
"Kim bana itaat ederse cennete girer, kim asi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir!” buyurdular. (Buharî, İ'tisam 2)

Görüldüğü üzere bu hadîs-i şerifte, ümmet içerisinden itaat teklifini kabul edip en güzel bir şekilde yerine getirenlerin yanı sıra, bu hususta zayıflık gösterenlerin de varlığına işaret edilmiş ve her iki gurubun tercihleri sebebiyle karşılaşacakları hakikate değinilmiştir.

Akl-ı selim olmak, sonunda birçok nimete kavuşturacak, azaptan uzak bir yolu yani itaat yolunu tercih etmeyi gerektirdiği halde, bugün mü’minlerin birçoğunun tam bir ittibaya güç yetiremedikleri ortadadır. Bu durum, mü’minleri itaatten alıkoyan kuvvetlerin varlığına işaret etmektedir.

Bugün, Peygamberimiz’e itaat noktasında ümmetin durumu değerlendirilirken göz ardı edilen ve dikkate alınmayan bir husus vardır ki, o da; itaatin kendisinde tezahür edeceği mü’minin iç dünyasını oluşturan nefis ve ruh keyfiyetidir. Hâlbuki sünnet-i seniyyeyi yaşayarak hayat bulacak mü’minlerin, sünnetlerin tam manasıyla aksedeceği tertemiz gönüllere, yüksek iman dolu ahlâkları muhafaza edecek ve onu yaşantı biçimine dönüştürecek bir kalp haline ihtiyaçları vardır.

Bunun yolu ise nefsi tezkiye ve terbiye etmekten geçer. Bir mü’minin, Kur’ân-ı Mübîn’de “…Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (eş-Şems, 91/7-10) ilâhî fermanıyla ifade edilen nefis engelini aşma hususundaki gayret ve samimiyetindeki kuvveti, Peygamberimiz’e itaatin derecesini ifade eder. Kulluk olarak da ifade edebileceğimiz bu gayret, Peygamber’e itaat vasfını şekillendirmektedir.

İtaatle Doğrulanmayan Sevgi Hakikat Değildir

Hz. Enes, Rasûlullah (s.a.v)'ın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
"Üç haslet vardır. Bunlar kimde varsa imanın tadını duyar:

1- Allah ve Rasûlü’nü bu ikisi dışında kalan her şeyden ve herkesten daha çok sevmek,

2- Bir kulu sırf Allah rızası için sevmek,

3- Allah, imansızlıktan kurtarıp İslâm'ı nasip ettikten sonra tekrar küfre, inançsızlığa düşmekten, ateşe atılmaktan korktuğu gibi korkmak." (Buhârî, İman 9)
Her mü’min, imanın bir gereği olarak Allah ve Rasûlü’nü sever. Ancak kalpte bulunan diğer sevgiler, Allah ve Rasûlü’nün sevgisinden ziyade olunca bu sevgi, hadiste ifade edildiği üzere imanın halâvetini taşıyan hakikî bir sevgi olmaktan uzak olur.

Şahidi itaat olmayan bir sevgiden söz etmek, kuru bir iddiadan ibaret kalır. Bugün şahit olmaktayız ki, Peygamber Efendimiz’i sevdiğini söyleyen birçok kimse imandan sonra dinin en mühim rüknü olan namazı kılmamaktadır. Sevgi ne zaman, Allah ve Rasûlü’ne mutlak bir ittiba ile kayıtlanırsa işte o zaman hakikat olur ve bu yolla Allah’ın hoşnutluğu celp edilir.

İtaat, Zahir ve Batında Rasûlullah’a Tam İttiba İledir

Peygamber Efendimiz’in sünnetlerini ve ahlâk-ı hamîdesini, onun şahsında örnekleşen şekliyle yaşamak esastır. Bu yolu terk etmek ise Peygamber Efendimiz’e itaat istikametinin dışına çıkmak demektir.

Sünnet-i seniyyelerin aslî hüviyeti değiştirilince, mü’minlerin dinî yaşantılarını oluşturan vasfı da setredilmiş olur. Bu da Peygamberî tebliğin istikametini şahsî istekler ve zafiyetler yönünde değiştirmektir. Bugün sünnet olarak işlenen birçok amel, zahirinde Peygamber Efendimiz’e benzerlik taşısa da bundan bir fayda elde edilememektedir. Eda edilen amelin neticesinde, ittibadan maksadın, yani Cenâb-ı Hakk’ın rızasına delalet eden kemâlin ve ahlâkî olgunluğun elde edilemeyişi, faydadan uzak oluşun en bariz göstergesidir.

Sünnetleri yaşamaya çalışan kimsede, bu sünnetlerin taşıdığı manevî kuvvetin bulunmayışı ve neticesinde, işlemiş olduğu bu sünnetlerin kendi anlayış ve itaat kuvvetine göre şekillenmesi, Peygamber Efendimiz’in şahsında tezahür eden vasıftan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Bunun özünde ise, sûî ahlâk ve nefsî hastalıkların kişinin gönlünde yer tutarak hayra perde olması vardır.

Sünnete ittiba noktasında, onun hangi vasıflarla telakki edileceği hususu ortaya konduktan sonra, ittibayla memur olan insanın vasıflarının da dikkate alınması gerektiği aşikârdır.

Peygamber Efendimiz, haset, kibir, şehvet, riya, dünya sevgisi gibi kötü ahlâkların varlığını ve bu hastalıkların bir mü’minde bulunmaması gerektiğini ifade etmiştir. Bir sünnet-i seniyyeyi veya Peygamberî ahlâkı yerine getirirken ortaya konacak olan gösteriş (riya) veya kalpte taşınan kibir, o amelin Peygamber Efendimiz’le olan bağını kopardığı gibi itaatle elde edilecek olan Cenâb-ı Hakk’ın rızasından da uzaklaştırır.

Peygamber Efendimiz’e sevgi ve itaat hususundaki noksanlığımızı giderecek en tesirli çözüm; nefsi tezkiye etmektir. Bu yolla bizi Peygamber Efendimiz’in sevgi ve itaatinden uzaklaştıran yanlış anlayış ve ahlâklardan kurtulmuş oluruz. Böylelikle hâllerimizi Sahâbe-i Güzin efendilerimize benzetme yoluna girmiş oluruz ki, hiç kimse onlar kadar hevâ heveslerini terk edip Allah’ın Habibi’ni sevememiş, onlar kadar fedakar ve gayretli olamamıştır.


Konular