Zehirli | Konular | Kitaplar

Ebubekir Sifil

Hulefa-i Raşidin'in Sünneti

Efendimiz (s.a.v)'in peygamberlik misyonunun sadece Sünnet-i Nebeviyye ile sınırlı bir etki ve fonksiyona sahip olduğunu düşünmek yanıltıcıdır. Tıpkı Sünnet'in Kur'an-ı Kerim'in beyan, tefsir ve hayata açılımı olması gibi, Sahabe-i Güzin de (Allah hepsinden razı olsun) Sünnet için benzer bir işleve sahiptir.

Bu son söylediğim hususun muhtelif açılım ve yansımaları vardır. Efendimiz (s.a.v)'in, Sahabe'nin eğitiminde ve yetişmesinde niçin o kadar hassas davrandığı, bilhassa Ashab-ı Suffe üzerine niçin müstesna bir ilgiyle titrediğini ancak bu noktayı dikkatte tutarak açıklayabiliriz. Pek çok savaşta pek çok yakın sahabîsini şehid vermiş olan Efendimiz (s.a.v)'in, Bi'r-i Ma'ûne olayı üzerine 40 gün kunut yaparak Ri'l, Zekvân ve Usayye kabilelerine beddua etmesinin izahı elbette başka türlü yapılamaz…

Müslümanlığımızın Sünneti Seniyye ile ilişkisi

Modern zamanlarda Müsteşriklerin ektiği fitne tohumu ne yazık ki tutmuş ve Ümmet-i Muhammed pek çok sahada bilinç kaymasına maruz kalmıştır. Bu "maraz" durumu kendisini en fazla Kur'an ve Sünnet'le ilişkimizde göstermektedir.

Şurası kesin: Sünnet'ten tecrit edilen Kur'an, okuyanın ve yorumlayanın niyet ve maksadına göre konuşan bir "metin"e dönüştürülmek istenmektedir. Bunu yapanlar her ne kadar adını böyle koymasalar da sonuç itibariyle hadise budur. Üstelik bunu yaparken Kur'an'ın, "Gelenekçiler"in ileri sürdüğü gibi öyle "anlaşılmaz" değil, apaçık ve anlaşılır bir kitap olduğunu söylemeyi de ihmal etmezler.1

İlginçtir, Kur'an'ın "apaçık" bir kitap olduğunu her fırsatta vurguladığı dikkat çeken pek çok kimsenin, birçok Kur'an ayetinin anlam ve delaletinde farklı düşündüğünü görüyoruz. Söz gelimi Kur'an'da başörtüsü, Efendimiz (s.a.v)'in şefaati, kabir azabı, namaz vakitleri, nesh... var mıdır yok mudur; 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide, 69 gibi Ehl-i Kitab'ın akıbetinden bahseden ayetler nasıl anlaşılmalıdır (Ehl-i Kitap Efendimiz (s.a.v)'e ve Kur'an'a iman etmeden cennete gidebilir mi)... ve daha pek çok konu böyledir.

İslami ilimler ve Müslümanlığımızın kıvamı

İçinden geçmekte olduğumuz süreçte Müslümanlık anlayışımız, İslamî ilimlerle herhangi bir irtibat kurma ihtiyacı hissetmeden ortaya konulan teorik ve "kurgusal" bir retorik üzerine inşa ediliyor artık. Giderek yükselmekte olan "kaynaklara dönelim" söyleminin ya da "Kur'an Müslümanlığı" trendinin üzerindeki tülü araladığınız zaman ortaya iki korkunç gerçek çıkıyor: İslamî ilimler konusundaki seviye ve ilgi kaybı ve bu durumun vücut verdiği çarpık Din anlayışı…

"Varlık" meselesiyle iştigal etmesi ve bütün dinî ilimlerin ilkelerini ortaya koymayı tekeffül eden ilim olması dolayısıyla Kelam ilmini diğer ilimlerden üstün tutan[1] ve Fıkıh ilmini "ahiret ilmi" olarak tavsif eden İmam el-Gazzâlî'nin[2] bu tavrı üzerinde iyi düşünmek durumundayız.

el-Fârâbî şöyle der: "İlm-i Kelam, bu Din'in sahibinin tasrih ettiği, sınırları belli fiil ve kavillerin müdafaasını onlara muhalif görüşlerin de çürütülmesini mümkün kılar. (…)

Sünnet mi Gelenek mi?

Müsteşrikler, Batı dillerinde yaptıkları İslâmiyat çalışmalarında “Sünnet” ve “Hadis”i “ tradition ” (gelenek) kelimesi ile ifade ettiler. Bu, onların, Sünnet ve Hadis'i (tıpkı kendi geçmişlerinde olduğu gibi) Rasul -i Ekrem s.a.v. Efendimiz'den sonra gelenlerin O'na atfettiği ve fakat aslında O'na ait olmayan bir yığın söz ve uygulamalar olarak ya da toplumun zaman içinde oluşturduğu örf, an'ane , adetlerle aynı özelliğe sahip, onlardan farklı ve üstün bir yanı bulunmayan bir olgu olarak nitelendirmelerinin sonucuydu.

Müsteşrikler'in *, çalışmalarını Sünnet sahasına kaydırdıkları dönemlerde yaygın olarak kullanılmaya başladığı dikkat çeken bir kavram “gelenek”.

İslâm dünyasında onların çalışmalarından etkilenen bir takım ilim adamı ve araştırmacılar, bu kavramı, onu oluşturan ve anlam sınırlarını belirleyen dinî ve kültürel arka planı dikkate almadan İslâm dünyasına aktarınca, bize tamamen yabancı bir düşünme biçiminin anahtar kavramlarından biri dilimize yerleşmiş oldu. Dolayısıyla kendisi öz Türkçe olmasına ve dilimizde öteden beri kullanılagelmesine rağmen, “gelenek” kelimesi anlam genişlemesine ve dönüşüme uğrayarak islâmî ilimler alanında kaleme alınan hemen her metinde rastlanan bir “kavram” haline geldi.

Modern İslâm Anlayışı

İslâm değişmedi ve asla değişmeyecek. Çünkü dinin sahibi Cenab-ı Allah ve dinini koruyacağını vaad ediyor.

Fakat din ve dindarlık anlayışımız bize ait ve hayli zamandır tuhaf bir değişimin girdabında.

Kısaca “Modern Anlayış” diye adlandırdığımız bu yeni anlayışın “kitaplarımızda yeri yok.” Yok, çünkü kendi kitaplarımızın irfanından doğmadı. Kendi aklımızın, kendi kalbimizin teknesinde yoğrulmadı.

Bu durumu anlamamız lazım. Anlayalım ki saf ve arı duru olanı bilelim, ona yönelelim. Kurtuluşumuz orada.

Uzun uzun açıklanabilir ama “modernleşme” kelimesiyle kastedilen şeyi, kısaca, “Batılı insan gibi düşünme, onun gibi davranma, onun değerlerini benimseme tavrı” olarak özetleyebiliriz.

Ehl-i Sünnet'in Kur'an ve Sünnet Anlayışı

Geçmişte Ehl-i Sünnet müslümanlar neye nasıl inanacaklarının şuurundaidiler. Bugünse bu şuurun ne yazık ki önemli ölçüde zayıfladığını söylemek durumundayız. Bu sebeple Kur’an ve Sünnet anlayışı noktasında Ehl-i Sünnet’e ait olanı diğerlerinden ayıran temel özelliklerin neler olduğunu bilmek ve bunların gerekçelerine vakıf olmak hayatî önem arzetmektedir.

Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de yüce dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet konusunda birbirinden farklı yaklaşımlar bulunduğunu biliyor, görüyoruz. Dönemini kapatıp tarihe mal olmuş fi krî ve itikadî cereyanlar hakkında çok fazla kafa karışıklığı yaşamıyoruz. Mutezile denince, Mürcie denince ya da Haricîlik denince neden bahsedildiğini biliyoruz. Ulemamızın her türlü takdirin üstündeki çalışmaları sayesinde, bunlar ve benzeri bid’at yönelişlerin adını ilk duyduğumuzda bilincimizdeki bir mekanizma harekete geçiyor ve bizde “yanlış” bir şeyden bahsedildiği kanaati hemen uyanıveriyor.