Zehirli | Konular | Kitaplar

ÖZÜR DİLEMESİ GEREKENLER

Papa Benedikt, sarf ettiği sözlerle haddini aşmıştır. Tabiî ki özür dilemelidir. Ancak; Papa Benedikt’in dinimize ve peygamberimize hakaret dolu sözlerinin yanında, Aziz Türk milletinden özür borcu olanların sadece Papa olmadığına inanmaktayım. Papa Benedikt, gizlemeye çalışılan Dinlerarası diyalogun ve haçlı batının maskesini düşürmüştür. Hıristiyanlar tarafından bilinen, fakat birilerinin ısrarla gizlemeye çalıştığı “şartlara uydurulmuş misyonerlik” olan Dinlerarası diyalogun gerçek yüzünü dünyaya haykırmıştır. Ama maalesef ülkemizdeki diyalog severler, Papalarını incitmemeye gayret ederek, “yüzeysel tepki" seviyesinde kalmaya özen göstermektedirler.

Milletimizin gündemine; papazları, hahamları sokanlar, amentüde ittifakımız olduğunu savunanlar, Dinlerarası diyalogun en yetkili ağzı tarafından, dinimiz hakkında kullanılan ifadelere rağmen hala "diyalog masallarına" devam etmektedirler.

Dünyada barış ve huzurun sağlanmasını en fazla isteyen ve temin eden; İslam dinidir. Nitekim karanlık dünyaya Hazreti Muhammed(sav) ve Kur’anla yeni bir nur ve huzur sunulmuştur. Onu kabul etmeyenler karanlığı tercih etmiştir.

Sözüm ona dünya barışı adına diyalog savunuculuğu yapanlar dâhil, hemen herkesin bildiği bir gerçek; dünyayı kana bulayan zihniyetin her zaman haçlı batı olduğu gerçeğidir. Tarih buna şahittir.

Tahrip edilmiş bir dinin ve mensuplarının insanlık ailesine verebileceği fazla bir şey olmamasına rağmen, onlardan medet beklenmesi ve gündem edilmeleri, diyaloga evet diyenler sayesinden gerçekleşmiştir.

Fetullah Gülen’in 1998 de Vatikan’a yaptığı papa ziyaretinde sunduğu mektupta
"Pek muhterem Papa cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır.” (9 Şubat 1998 ) ifadelerine yer vermişti.

Şimdi bizdeki diyalog severlerin; “efendim biz diyalogu, dünya barışı için, ya da tebliğ için yapıyoruz” diye çıkışlarıyla karşılaşacağımız muhakkak!

İslam’da var olan tebliğ ile diyalog asla ve asla aynı şeyler değildir. Hazreti Muhammed'in(sav) İslam’a davet için elçilerle gönderdiği mektuplarda genel felsefe, "Allah ve Resulüne davettir" Diyalog çalışmalarında ise onların kurallarını koyduğu bir misyonun parçası olmayı kabul etmek gibi bir durum söz konusudur.(Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.) Bu durumun milletimiz tarafından iyice öğrenilmesi lazımdır. Peygamber efendimizin tebliğ maksatlı gönderdiği mektupları ve tebliğ faaliyetleriyle karşılaştırdığımız zaman meselenin aslını daha iyi anlarız. Kimse kimseyi kandırmaya kalkışmasın!

Şimdi yapılması gereken, sadece Papanın değil, yukarıdaki ifadeleri kullanarak, Müslüman’ı suçlayarak, Papalık misyonun bir parçası olmayı kabul ederek, milletimizi din tahripçilerinin tuzağına sürükleyenlerin de Aziz Milletimizden ve Müslümanlardan özür dilemesi gerekmektedir.

Fazla söze gerek yok! Dinlerarası diyalog Hıristiyan batının, milletimiz ve dinimiz üzerinde kurduğu korkunç bir tuzak olduğu meydana çıkmıştır. Dinlerarası diyaloga devlet-millet nezdinde karşı çıkılmalı ve yaptığı tahribatların ortadan kaldırılmasına acilen başlanmalıdır.

ÖZÜR DİLEMESİ GEREKENLER (2)

Papa Benedikt’in Dinimiz ve Peygamberimiz(sav) hakkında sarf ettiği çirkin, bazılarına göre haddini aşan, bazılarına göre sürçü lisan, bazılarına göre bilgi eksikliği, bazılarına göre de diyalog eksikliği(!), bize göre de gerçek imanlarının izharı sözlerine; özür dilemesi beklenirken, Müslümanlardan ve Aziz milletimizden özür dilemek borcu olanlara devam edelim.

Tarih 17 Nisan 2000, diyalogun aksakallı hocalarından Ahmet Şahin, yazdığı ”Ehl-i kitapla amentüde ittifakımız var! Adlı makalesinde; “Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah'ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükâfatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.

Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Hâlbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir. Burada Kur'an'ın bir ayetini hatırlamak yerinde olsa gerektir: (Mealen.)

— Ey ehl-i kitap! Geliniz ittifak ettiğiniz amentüde buluşunuz.”
Ehli kitabın temsilcisi olarak kabul edip, Vatikan’a kadar gidip, “Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.”(papaya sunulan mektup 1998) ifadelerini kullanmaktan çekinmeyen lideri Gülen'den geri kalmamak ve “Dinlerarası diyalog için papalık misyonun bir parçası” olduklarını ispat etmek adına, Ahmet Şahin tarafından; “Ehl-i kitapla amentüde ittifakımız var” tezi savunulmuştu.

Bu konuda sert tepkilerle karşılaşılınca da, “Ehli kitapla Amentüde ittifakımız var.” derken de bu değişmeyen doğruları saymıştım, geçmişteki bir yazımda. Çünkü biz de Allah’a, peygamberlere, meleklere, ahirete iman ediyoruz. Yani ehl-i kitapla bu değişmez doğrularda ittifak ediyoruz. Ancak ehl-i kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah’a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor. Uzaktan seyirci kalma yerine yaklaşıp kendi doğrularımızı anlatma imkânı aramamız icap ediyor. Bunun için de diyaloga, konuşmaya ihtiyaç oluyor.”(15.Mart. 2005) Şeklinde geçiştirme cevaplara sarınılmıştı.

Hâlbuki Ahmet şahin,”Ehl-i kitapla amentüde ittifakımız var” makalesinde;

“Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Hâlbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir. Burada Kur'an'ın bir ayetini hatırlamak yerinde olsa gerektir: (Mealen.)
-Ey ehl-i kitap! Geliniz ittifak ettiğiniz amentüde buluşunuz.” İfadelerine yer vererek, bu ifade ile tarihsel bir olayı anlatmaktan çok, yapılması gereken bir davranıştan bahsetmektedir. Burada bozulmamış bir ehl-i kitaptan bahsetmiyor. Bizatihi zamane ehl-i kitabından bahsediyor. Yoksa; zaman tünelinden geçip, çağlar öncesine gidip, Hazreti İsa dönemindeki onun ümmetinden bahsedecek hali olmasa gerektir! Çünkü geçmişte yaşayan, ölülerle diyalog zaten olmaz(!)

Sayın Şahin, önceki makaledeki yanlışı temizlemek adına yeni bir yanlışa düşmüştü.

“Ancak ehli kitabın bazılarının bu doğruları tarif ve tavsif ederken yanlışa düştüklerini de görüyor, Allah’a babalık, peygambere de oğulluk ve krallık sıfatını isnat etmeleri gibi yanılgılarına da şahit oluyoruz. Onlardan bazılarının bu gibi yanlış tarif ve tavsiflerinin doğrusunu anlatma görevi de yine bize düşüyor” ifadesiyle sanki Hıristiyanların çoğu tahrif olmamış, azı sapıklığa düşmüş gibi bir mantık sergilemektedir ki, bu mantık tamamen hayal ürünüdür.

Hıristiyanların hemen tamamı teslis akidesine inanmaktadır.(Bizim bir türlü rastlayamadığımız ama sevenlerine empoze etmeye çalıştıkları, gizli Müslümanlar dışında !) Zaten tevhidi savunsalar ve yaşasalar, ehl-i kitap olmaktan çıkarak Müslüman olmuş olurlardı. Hıristiyanlığın babası konumunda olan ruhani lider Papa Benedikt’in sözleri, zamane Ehl-i kitabın temsilcilerinin tamamının görüşünü yansıtmaktadır.

Çünkü dünya basınında Papanın sözlerini; ehl-i kitap diye adlandırılan dini otoritelerden yalanlayan ya da bu sözler “İslam’a ve Hz. Muhammed’e iftiradır” diye bir açıklama gelmemiştir. (sadece siz yanlış anladınız denmekle yetinildi!)

İşte bu sebeplerden dolayı; sadece Papa Benedikt değil, geçmişte;“Ehli kitapla amentüde ittifakımız var” deyip, ehl-i kitap muhipleri oluşmasına katkıda bulunan, Ahmet Şahinin de Müslümanlardan ve Aziz Milletimizden özür dilemek borcu vardır.

UĞUR KEPEKÇİ


1 yorum

Selamün aleyküm.. Eline

Selamün aleyküm..
Eline diline sağlık kardeş.. Çok güzel ve seviyeli bir yorum olmuş..
13 mart 2005 tarihli Abdullah Aymaz'ın Zaman gazetesinde yayınlanan yazısını okudunuz mu kardeş?
Bu yazıyı size gönderiyorum.. e-mail adresimi de yazıyorum, şayet birşeyler yazmak isterseniz, zevkle okuyacağımdan emin olabilirsiniz.. saygılar, sevgiler..

Bu Kadarı Gayretullah’a Dokunur
Allah'ı inkâr büyük bir günah olduğu için onun mahkemesi dünyada değil âhrette görülecek. İnkârcılar, zâlim olmadıkları müddetçe ekseriyetle dünyada karşılık görmeyebilirler. Ama iman sahibi kişiler, başkalarına yaptıkları zulümlerin ve iftiraların cezasını çoğu kere dünyada çekerler...
Gizlilerin ve derinlerin bir araya getirdiği birtakım şucu bucu anlayışlara, belki ibret ve ders olur düşüncesiyle, sırf ikaz için, gerçekten şahit olduğum veya birinci ağızdan haberdar olduğum birkaç olay anlatmak istiyorum... Öğrencilik yıllarımda bir yurtta kalıyorduk. Müdürümüz de sırf Hak rızası için yediğine içtiğine son derece dikkat ediyordu. Bilhassa etlerin besmeleli olup olmadığına... Her ne duygu ile yaptığını veya kimlerin kışkırttığını bilemediğim bir imam, yurdumuza yakın bir câmi kürsüsünden alenen saldırıya geçti. Bizler çok üzüldük. Hele ehl-i takvadan olan Hafız İbrahim hocamız yerinde duramıyordu: "Ben buna 'Tebbet ve Kul yâ eyyühel...' sûrelerini okuyacağım. Allah şerrinden emin eylesin." dedi. Birkaç hafta sonra bu müfteri saldırganın Allah dilini dolaştırdı ve olmayacak yerlere çatmaya başladı. Bunun üzerine onu İzmir'den alıp Ödemiş'e tayin ettiler. Orada da bir yanlışlık yaptı, bu sefer bir köye naklettiler. Orada her ne yaptı ise köylülerden adamakıllı bir dayak yedi ve istifa ederek dönüp geldi...
Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı'nda mühim yerlere kadar yükselebilmiş bir vâiz, İzmir davasında müzisyen R. Şardağ ile beraber menfi bir rapor hazırladılar ve bazı insanların 163. maddeden mahkûmiyetine sebep oldular. Daha sonra bu vâiz (din bilgisi öğretmenliği de yaptı) öldürücü bir hastalığa yakalandı. İşte o zaman Mesut Erişen vasıtasıyla mağdur ve mazlumlardan hasta yatağında haklarını helâl etmelerini istedi... Öksüz bir öğrenci vardı. Bir arkadaşımız ilgilendi; ders çalıştırdı, altı-yedi zayıfını kurtardı. Sonra ona burs ve kalacak yer temin etti. Fakat onu birileri satın almış ve kendi emellerinde kullanmışlar. Sonradan fark edilince, ayrılmak zorunda kaldı. Bir gün kansere yakalandığını duyduk, tabii çok üzüldük. Bir gün bana bir telefon geldi. Sesinden tanıdım; Ali idi... Haklarımızı helal etmemizi istiyordu. Gelmesini istedim; "Artık gelemem." dedi. Vefat ettikten sonra öğrendik ki, hep "Haklarını helâl etsinler." diye diye sayıklayıp durmuş. Kur'an-ı Kerim'de bir mübâhele meselesi vardır. Hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarını temsilen 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri olarak Medine'ye gelip Efendimiz'le (sas) Hz. İsa (as) hakkında tartışmışlardı. Bunun üzerine "Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: 'Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah'a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah'ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.' (Âl-i İmran Sûresi, 61) ayeti indi. İşte mübâhale "Hangi taraf yalancı ise Allah'ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemek" demektir...
Saldırıp iftira ettikleri şahsiyet kaç defa "Eğer biz zararlı şeyler yapıyorsak Allah bizi silip süpürüp götürsün." mealindeki sözler söyledi ve bunları yazdı. Eğer kendilerinin yalancı ve iftiracı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, aynı şekilde kendileri "Eğer biz yalan söyleyip iftira atıyorsak, Allah bizi silip süpürüp götürsün." veya Allah'ın lâneti üzerlerine olacak şekilde, şart cümlesinin sonunu samimi olarak tamamlasınlar. Bunu yazı ile de söz ile de herkese ilân etsinler. Aynen mağdur, mazlum ve iftiraya uğrayan zatın yaptığı gibi... Evet eğer kendilerine güveniyorlarsa...
Abdullah AYMAZ 13 Mart 2005, Pazar, ZAMAN.

Ayrıca Ali Ünal'ın da Samimiyet İmtihanı ve Mübahale isimli bir yazısı var..

08.04.2007 - ahmet

Konular