Zehirli | Konular | Kitaplar

İbni Teymiyye Hakkında Günümüz Kaynaklarından İktibaslar

Molla Sadreddin Yüksel diyor ki:

Türkiye'de bilhassa İstanbul'da kupkuru, tam manasıyla cahil yeni bir gurup türemiştir. Bu gurup kendine selefi ismini vererek, Allahü tealaya -haşa- cisim ve mekan isnad edecek kadar ileriye giden İbni Teymiyye ve haleflerini örnek aldığını iftiharla söylemektedir. Mezhepleri ve müctehidleri reddediyorlar. (Makaleler, Madve Yayınları: 11, Ekim 1985; s.7)

Ubeydullah Küçük diyor ki:

Şeytani ihtilaf yangınını İslam dünyasında ilk çıkartan hain, yahudi dönmesi İbn Sebe'dir. Farmason ve anarşist Afgani, onun çömezi mason Abduh, onun tilmizi İngiliz maşası Reşid Rıza ve günümüzdeki takipçileri de yakıcı ve yıkıcı ihtilaflar çıkartmışlardır. Haşa, "Allah semadadır" diyen İbn Teymiyye, Müslümanları müşrik ilan eden M. bin Abdülvehhab da bu uğursuz kafiledendir. Her müslüman rahmani çeşitlilik ile şeytani ihtilaflar arasındaki farkı bilmelidir....İbni Teymiyye birçok noktalarda aşırı gitmiş, "gulüvv"a sapmış, İslam'ı daraltmış, tecsim (antropomorfizm) girdabına batmış, ezici çoğunluk tarafından reddedilmiş, şaibeli bir kimsedir, kılavuz olamaz. (Bedir Yayınevi'nin Kitabül-Kebair kitabına yapılan 8. Ek, s.287-288)


İhsan Şenocak şu bilgileri veriyor:

İslam düşünce tarihinde hakkında en çok söz söylenen isimlerden birisi olan Harranlı İbn Teymiyye, Eşariler başta olmak üzere Ehl-i Sünnet hassasiyetine sahip kelamcılara sert eleştirelerde bulunmuş, ulemanın hazır bulunduğu muhakemelerde sorgulanıp teşbih akidesinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı defaatle cezalandırılmıştır. Müteşabihatı tefsir ederken ayetlere zahiri anlamlarını veren, semada yerleşme, bir yere oturma, hareket etme gibi insanlara ait fiilleri Allah Teala’ya isnat eden İbn Teymiyye, Sünnet ve Cemaat Akidesini benimseyen alimler tarafından tenkit edilmiş, görüşleri hakkında çok sayıda reddiye kaleme alınmıştır. (İnkişaf Dergisi, No:7)

Ebubekir Sifil şu bilgileri veriyor:

Selefî ekol, Allahü Teâlâ'nın (Arş, sema vb.) belli bir mekânda ve dolayısıyla (uluvv/yükseklik, yukarıdalık gibi) belli bir "yönde" bulunduğunu söyler. Bu bağlamda genel muhtevalı eserler yanında İbn Teymiyye'nin "Kitâbu'l-Arş"ı, İbn Kudâme'nin "İsbâtu Sıfeti'l-Uluvv"u ve ez-Zehebî'nin "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm"i gibi monografiler de mevcuttur. Allahü Teâlâ'ya mekân izafesi, tabiatı gereği müstakil bir mesele olmayıp, beraberinde başka problemleri de getiren son derece temel bir tartışmadır. Arş'ı da, semayı da, diğer mekânları da yaratan Allahü Teâlâ olduğuna ve O'nun istivasının "mekân tutmak" anlamına geldiği iddia edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe'nin de dile getirdiği "Allahü Teâlâ bu mekânları yaratmadan önce neredeydi?" sorusuna İbn Teymiyye'nin bulduğu cevap, "Arş'ın nev'î kıdemi"dir. Bu, şu demektir: Allahü Teâlâ ezelden beri üzerine istiva ettiği Arşlar yaratmaktadır. Yenisini yarattığında bir öncekini yok etmektedir ve bu, ezelden beri böyle devam edegelmektedir. Bu izah tarzının ne kadar problemli olduğu ise açıktır. Zira Allahü Teâlâ dışında varlığı ezelî olan bir başka varlık tasavvur edildiğinde, zorunlu olarak o varlığın mevcudiyetinin bir yaratıcının varlığına mütevakkıf bulunmadığını, varlığının zorunlu ("vâcibu'l-vücud") olduğunu söylemiş olursunuz. Bunun ne anlama geldiği ise açıktır...(Milli Gazete, 7 Ağustos 2004)

"Muhammed Abduh da bu ifade üzerine yazdığı ta'likte şunları söyler: (Bunun sebebi İbni Teymiyye'nin, ayet ve hadislerin zahiri ifadelerini esas alan ve Allahü Teâlânın Arş'a oturmak suretiyle istiva ettiğini söyleyen Hanbelilerden olmasıdır. Kendisine, Allahü Teâlâ ezeli olduğu için O'nun mekanının da ezeli olması gerektiği için bu görüşün Arş'ın ezeli olmasını icabettirdiği, Arş'ın ezeli olmasının ise onun görüşüne aykırı olduğu söylenerek itiraz edilince, "Arş nev' olarak kadimdir" demiştir. Bu şu demektir: Allahü Teâlâ, ezelden ebede kadar bir Arş'ı yok ederken diğerini yaratır ki, Allahü Teâlânın istivası ezeli ve ebedi olsun....)" (İslam ve Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, c.1, s. 76.)

Recep Yıldız'ın değerlendirmesi şöyle:

Benimsediği usul ve hadiselere yaklaşım tarzı itibariyle bakıldığında İbn Teymiyye’nin seleficiliği ile ulemanın usul ve üslubu arasında tevhit kabul etmez farklar vardır. Bu durumda Onun için insanlara doğru bilgiyi aktaran bir bilgi kaynağı, sapmalarına mani olan bir yol gösterici gibi anlamlara gelen alim ünvanını kullanmak güç bir hal almaktadır. Zira O doğrudan ziyade yanlış bilgiye kaynaklık yapmaktadır. İbn Teymiyye ile başlayan anlayışın müntesipleri, geçtiğimiz yüzyılda “hareket” çapında temsil imkanına ulaşmış, günümüzde ise Sünnet ve Cemaat akidesine sahip alimleri şirk ve küfürle itham eder bir işleve kavuşmuşlardır. Yeni selefiler olarak adlandırılabilecek bu grup İbn Teymiyye gibi tahkik edilmeyen bilgilerle kendileri dışındaki her alimi bidat, şirk ve küfürle itham etmektedir. “Ehl-i Sünnet” akidesine sahip alimleri “ehl-i zeyğ” olarak tanıtan grup, insanların doğru bilginin kaynağına ulaşmalarına engel olmaktadır. Günümüz akademisyenlerinin zihinlerinde oluşan istifhamların önemli bir bölümü söz konusu grubun bilgi tahrifatı ile yakından ilişkilidir. (İnkişaf Dergisi, Sayı:7, Ekim-Aralık 2006)

Aynı dergide, Halit İstanbullu şu bilgileri veriyor:

Hicri sekizinci asırda yaşayan İbn Teymiyye’nin (v. 728/1328) “ehl-i sünnet kelamına” karşı yönelttiği eleştirileri ve “selef akidesi” başlığı altında “Haşviyye” ile örtüşen görüşleri eski ihtilafların tekrar canlanmasına yol açtığı gibi, günümüzde “selefîyye” olarak isimlendiren ve söz konusu yaklaşımın müdafaasını yapan bir hareketin doğmasına da yol açmıştır. Düşünce ve meyilleri ile “cemaat-ı kübra”dan ayrılan, hatta mizaç ve ahlaki kriterleri itibariyle de farklılık gösteren bu yeni oluşumun selef-i salihinin devamı olduğunu söylemek ilmi verilerle çelişmektedir. Zira varlığını, bid'at olarak nitelediği söz ve fiilleri yok etmek üzerine bina eden bu yeni mezhebin bizzat kendisi bid'attır. Selefilerin mezhepleri devre dışı bırakarak selefe ulaşma gayretleri ise hem sahih senet sistemine engel teşkil etmekte, hem de onların oluşmasını gerekli kılan unsurlara karşı Müslümanları savunmasız bir konuma getirmektedir. Selefiler kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları; “Cebrail risaleti Ali’den kaydırıp Muhammed’e verdi” diyen ve bu yüzden “Cebrail’e söven” “Gulat-ı şia” ile eşdeğer görmekte ve onların adı olan “ehl-i zeyğ” kelimesini Maturidi ve Eşariler için de kullanmaktadır. Tanımlanan anlamda selefiyye’nin kurucusu İbn Teymiyye’dir. Yaşadığı dönemde büyük bir şöhrete kavuşan İbn Teymiyye, Takiyyuddin es-Sübki, İbn Cehbel gibi alimlerin görüşlerini tenkit etmeleri üzerine itibar kaybına uğramış, İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350), İbnu’l-Vezir (v. 840/1436) ve Şevkani’nin (1250/1834) gayretleriyle ancak unutulmaktan kurtulabilmiştir. (İnkişaf Dergisi, No:7)

Hüseyin Avni Kansızoğlu diyor ki:

Mîzâc ve ahlâkı çerçevesinde doğan ve gelişen üslûbuyla, olması îcâb eden veya olabilecekten daha fazla bir cesâret, hiç olmaması lâzım gelen tepeden bakma, boyundan büyük olan nice büyüklere karşı, akıl almaz bir saldırganlık, acelecilik, muğalata ve benzeri sebeblerden doğan bıktırıcı tekrarlar, çekilmez tenâkuzlar sergilemiştir. Tenâkuz ve tekrarları çizildiği takdirde yazdıklarının neredeyse dörtte biri bile kalmayacaktır. Kitablarını aklı havada bir kara sevdalı edasıyla değil de, bir ilim adamı ciddiyeti ile okuyacak olan herkes bu hakikati görebilecektir. “İktizâ”sı, “Kâidetün Celîle”si, “Furkan”ı, “Ubûdiyye”si, Akîdeye dâir kitabları, Fetâvâ’sının akîdeyle alakalı kısımları, birindeki cümleleri diğerinde biraz değiştirilen, zaman zaman da hiç değiştirilmeden aynen tekrarlanan sözlerden meydana gelen cinsindendir. (İnkişaf Dergisi, No: 7)

Ebubekir Sifil diyor ki:

Net olarak anlaşılmaktadır ki İbn Teymiyye, kâfir ve müşrikler için Cehennem azabının sonsuz olmayacağı, azapta çok uzun zaman kalsalar da oradan çıkacakları bir günün mutlaka geleceği görüşünü benimsemiş ve hiçbir yoruma mahal bırakmayacak tarzda savunmuştur. (İnkişaf Dergisi, No:7)

Cennet ve cehennem hayatının ebediliği, Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit zarurat-ı diniyyedendir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler burada zikredilemeyecek kadar fazladır. Ümmet seleften halefe bu itikat üzere icma edegelmiştir. İbn Hazm, "Merâtibu'l-İcma"da cennet ve cehennemin ebedî olduğu konusunda icma edildiğini ve bu icmaa muhalefet edenlerin küfründe icma bulunduğunu söyler. (Milli Gazete, 24 Temmuz 2004)

"Ebediyet" kelimesi etrafındaki tartışma İbn Teymiyye ve talebesi İbnu'l-Kayyım ile başlamıştır. Evveliyatında Cehm b. Safvan'ın hem cennetin hem de cehennemin son bulacağı görüşü dışında bu kelimeyi cehennemin sonluluğu anlamında tartışan olmamıştır. Cehennemin ebedi olmadığını söylemenin küfür olduğunu ben söylemiyorum. Ehl-i Sünnet alimlerinin eserlerinde bu mesele hakkında oldukça açık beyan ve hükümler var. Hadi'l-Ervah ve içindeki deliller okunmuş ve gerekli şekilde cevaplandırılmıştır. Hatta bu, daha İbnu'l-Kayyım hayattayken yapılmıştır. Pek çok alim tarafından "müçtehid" olduğu söylenen Takiyyüddin es-Sübkî, el-İ'tibâr bi Bekâi'l-Cenneti ve'n-Nâr" adlı eserinde Hadi'l-Ervâh'taki hatalı yaklaşımı açık biçimde gözler önüne sermiştir. Ondan yüzyıllar sonra Muhammed b. İsmail el-Emîr, "Ref’ul-Estâr" adlı reddiye ile meselenin üstüne bir kere daha gitmiştir. Bu ikinci eser, sıkı bir Selefî ve İbn Teymiyye takipçisi olan el-Albânî tarafından tahkik ve neşredilmiştir. el-Albânî de orada İbn Teymiyye ve öğrencisinin hatalı olduğunu açık bir şekilde itiraf etmektedir. (Milli Gazete, 30 Aralık 2007)

Muhammed Yusuf Benurî, m. 1963'de Pakistan'da neşrettiği Me’ârif-üs-sünen kitabının (bu kitap Sünen-i Tirmizî'nin bir şerhidir) 6. cildinin 149. sayfasında şöyle diyor:

"İbni Teymiyye, birçok üsûl ve fürû’ meselesinde Ehl-i sünnet alimlerinden ayrılmış, asrının alimleri ve sonra gelenler, onu red etmişlerdir."
http://muratyazici.blogspot.com/


2 yorum

ESSELAMÜN

ESSELAMÜN ALEYKÜM
KARDEŞLERİM BİZ KENDİMİZİ SORĞULAMAKTAN ACİZKEN YÜZYILLAR ÖNCE YAŞAMIŞ BİR İNSANI NASIL İNSAFSIZCA SORGULAYIP RESMEN KATLEDİYORUZ SİZCE BU GÜNAH OLARAK DAHA BÜYÜK VEBAL DEĞİLMİ. BİZLER KURAN VE SÜNNETE NEKADAR MUHATTABIZ HANGİ ÖLÇÜDE İNSANLARI YARGILAYIP İNFAZ EDİYORUZ ACABA.BİR İNSANI VEYA ALİMİ ELEŞTİRİRKEN ACABA BİRİLERİNİN SÖYLEMLERİ İLEMİ KİŞİYİ TARTIYORUZ KURAN VE SÜNNETLEMİ.
BİZE ALLAH VE RESULÜNDEN NE GELDİYSE BAŞIMIZA TAC EDERİZ.BİZ RABBİMİZİ KURANIN ÖĞRETTİĞİ ÖLÇÜLERDE TANIR VE İMAN EDERİZ.BEŞER OLAN İNSANLARIN BU DOĞRULTUDAKİ SÖYLEMLERİNİDE KURAN VE SÜNNET ÖLÇÜSÜNDE DİKKATE ALIRIZ. ŞİMDİ SİZİN İNSAFSIZCA KATLETTİĞİNİZ ALİM SIFATINDAKİ KİŞİNİN ALLAH HAKKINDA BİZLERE AKTARDIĞI BİLGİLERİ ŞU AYET VE HADİSLERİ OKUDUKTAN SONRA TEKRAR DEĞERLENDİRİP UMARIM MÜSLÜMANA İFTİRA ATMAK GÜNAHIYLA HESABA ÇEKİLMEDEN TEVBE EDERSİNİZ.
Allah Azze ve Celle’nin gökte olduğuna delalet eden “Kur’an Ayetleri”

“Allah semadan bütün dünya işlerini idare eder. Sonra ameller bir günde O’na yükselir…” [6]

“Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz?” [7]

“Yoksa semada olanın üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz?.. [8]

“Üstlerindeki Rablerinden korkarlar…” [9]

“Firavun, veziri olan Haman’a şöyle dedi: Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap, belki bazı yollara muttali olurum. Göklerin yoluna muttali olurum da, Musa’nın İlahını görürüm. Çünkü ben Musa’nın söylediğinin, yani davet ettiği semada ki İlah iddiasının yalan olduğunu zannediyorum.” [10]

Allah Azze ve Celle’nin gökte olduğuna delalet eden “Hadisler”

Peygamber (sav) cariye’ye: “Allah nerede” diye sormuş, o: “Semadadır” diye cevap vermiş. Bu sefer: “Ben kimim?” diye sormuş, yine cariye: “Sen Allah’ın Rasulüsün” deyince, Peygamber (sav): “Sen bunu azad et, çünkü o mü’min birisidir” demiştir. [11] (Allah’ın semada olduğunu söyleyen cariyenin Allah Rasulü (sav) tarafından mü’min ilan edilmesi, kişinin mü’min olabilmesi için Allah’ın semada olduğunu bilmesinin gerektiğini teşkil eder.)

Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Merhametli olanlara, Rahman olan Allah’u Azze ve Celle’de merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki: semada ki Rahman olan Allah’da size merhamet etsin.” [12]

Yine Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: “Semada bulunan Allah’ın emini olduğum halde bana güvenmez misiniz?” [13]

Bundan sonra ki yazılanlar yorumsuz ve eklemeler yapılmadan Allah Rasulü (sav)’in faziletlerinden bahsettiği ve şüphesiz İslam dinini herkesten daha iyi bilen ilk üç neslin akideleridir (inançlarıdır). Rasulullah (sav) şöyle buyuruyorlar: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra onlardan sonra gelenler.” [14] Bu nesiller Allah’ı Kur’an ve sünnette gelmiş sıfatlarla bilip, tanıdılar. Allah’ı, Allah’ın kendi zatını ve Rasulünün O’nu nitelendirdiği sıfatlarla nitelendirdiler. Lafızları kullandıkları gerçek anlamlarından saptırma yoluna gitmediler. O’nu isim ve ayetlerinde ilhada [15] sapmadılar. Yüce Allah’ın yedi semavat’ın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak Arşın üzerinde istiva ettiğine, ilmiyle herşeyi kuşattığına ve keyfiyet nisbeti olmaksızın inandılar. Kur’an’da geçen “istiva”ya “istila etti” yahut “malik oldu” yahut “galib geldi ve kahretti” anlamları kesinlikle vermediler.

Allah Azze ve Celle’nin gökte olduğuna delalet eden “Sahabe” kavilleri

Abdullah İbni Mes’ud radiyallahu anh’dan, şöyle dedi:

“Dünya seması ile ondan sonra ki gelen semanın arası beşyüz senedir.Her iki semanın arası böylece beşyüz senedir. Yedinci sema ile Kürsinin arası da beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arası da beşyüz senedir. Arş ise suyun üstündedir. Arşın üstünde de Allah’u Tebareke ve Teala vardır. Sizin meşgul olduğunuz amelleri oradan bilir.” [16]

Abdullah İbni Ömer radiyallahu anh’den, şöyle dedi:

“…Ebu Bekir radiyallahu anh Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi: Ey insanlar! Eğer ibadet ettiğiniz ilah Muhammed idiyse, o öldü. Eğer ibadet ettiğiniz ilah semada ki Allah idiyse, O ölmemiştir...” [17]

Abdullah İbnu Selam radiyallahu anh’ dan, şöyle dedi:

“Allah Azze ve Celle yer yüzünü yaratmaya başlayıp, pazar ve pazartesi günü yedi kat yeri yarattı. Salı ve çarşamba günüde onun maişetini takdir etti. Sonra da semaya istiva etti ve iki günde de semaları yarattı.” [18]

Allah Azze ve Celle’nin gökte olduğuna delalet eden “Dört Mezheb İmamlarının” kavilleri

İmam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Her kim: ‘Rabbim gökte mi yoksa yerde midir? bilmiyorum’ derse kafir olmuştur. Aynı şekilde: ‘O, arşının üzerindedir. Fakat arş gökte midir, yerde midir bilmiyorum’ diyen kimse de kafir olmuştur.” [19]

“Arşın semada olduğunu inkar ettimi şübhesiz ki o kafir olur.” [20]

“Allahu Teala göktedir, yerde değil” [21]

Kendisi “kulluk ettiğin ilah’ın nerededir?” diye soran kadına: “Allah’u Subhanehu ve Teala semada’dır, yerde değildir”, cevabını verdi. [22]

İmam Şafii Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“İmam’ı Malik, Süfyan ve daha onlardan başka Ehli Sünnet önderlerinden gördüğüm ve benim de üzerinde olduğum hak olan kavil şudur; Allah’dan başka ilah olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi vessellem-’in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet edip, ve Allah’u Azze ve Celle’nin de semasında arşının üzerinde olduğunu, istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semasına indiğini ikrar etmektir.” [23]

İmam Malik Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Allah semadadır. İlmi ise her yerde…” [24]

İmam Ahmed İbnu Hanbel Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Ebu Abdullah’a (yani Ahmed ibnu Hanbel’e) denildi ki: ‘Allah’u Azze ve Celle, yarattıklarından ayrı olarak kudreti ve ilmi ile her yerde olduğu halde yedi kat semanın üzerindemidir?’ Ahmed ibnu Hanbel’de cevaben şöyle dedi: ‘Evet, Allah’u Azze ve Celle arşının üzerindedir, hiç bir şeyde ilminden gizli değildir.” [25]

Şüpheciye cevap

Ehl-i sünnet ve’l cemaat’ın Allah’ın gökte ki arşının üzerine istiva ettiğine iman ettiklerini delilleriyle ispatladık.

Fakat bazıları bunca delillere rağmen şüphelerini bizlere şu ayetlerle sunabilirler:

“Nerede olursanız, O sizinle beraberdir.” [26] “Tasalanma, şüphe yok ki O bizimle beraberdir.” [27] “Bir de sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” [28]

Bu ayetleri onlar, Allah’ın heryerde olduğunu ispatlamak için delil olarak getirirler. Bu ayetlerde asıl kastedilen beraberlik ve yakınlık, Allah’ın ilmi ve kuşatıcılığı ile yakınlığıdır. Nitekim Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır: “Andolsun ki Biz insanı yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. Zaten Biz ona şahdamarından aha yakınız.” [29] Böylelikle Kur’an ve hadislerde sözkonusu edilmiş yüce Allah’ın yakınlığı, beraberliği ile yine bunlarda sözkonusu edilen Allah’ın yukarıda yani gökte oluşunu belirten buyruklar arasında herhangi bir aykırılığın bulunmadığı açıkça ortaya çıkmış olmaktadır.

Bütün bunlar şanı yüce Allah’a yakışan şekilde Allah’ın sıfatlarıdır. Hiç birisinde O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Allah’u Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: : “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur ve o herşeyi işitendir, görendir.”

Ehl-i sünnet ve’l cemaat büyüklerinin “Allah’ın beraberliği” hakkında ki inançları:

İmam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Allah Teala göktedir, yerde değil.” Ona “O bizimle beraberdir” (Hadid, 4) ayetini hatırlatan adama; “Bu, senin bir adama mektup yazıp onunla beraber olduğunu söylemen gibidir. Halbuki sen onun yanında değilsin.” dedi. [30]

İmam Malik Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Allah semadadır. İlmi ise her yerdedir, ilminden de hiç bir şey gizli kalamaz.” [31]

İmam Ahmed İbnu Hanbel Rahmetullahi Aleyh şöyle buyurmuştur:

“Ebu Abdullah’a (yani Ahmed ibnu Hanbel’e) denildi ki: ‘Allah’u Azze ve Celle, yarattıklarından ayrı olarak kudreti ve ilmi ile her yerde olduğu halde yedi kat semanın üzerindemidir?’

Ahmed ibnu Hanbel’de cevaben şöyle dedi: ‘Evet, Allah’u Azze ve Celle arşının üzerindedir, hiç bir şeyde ilminden gizli değildir.” [32]

Yine İmam Ahmed İbnu Hanbel Rahmetullahi Aleyh’den:

“…Ve sonra (Kaf) suresinden okudu;“Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. Zaten Biz ona şahdamarından daha yakınız” (Kaf, 16). Ve sonra şöyle dedi: “İlmi onlarla beraberdir.” [33]

Mukatil İbnu Hayyan’dan, şu ayet’i kerime hakkında soruldu: “Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı olmuyormu, mutlak Allah dördüncüleridir.” Cevaben de: “O, arşının üzerindedir. İlmiyle de onlarla beraberdir,” dedi. [34]

Yüce Rabbimizden bu yazının Müslümanlara yararlı olmasını temenni ediyoruz. Mevzumuza da Allah Azze ve Celle’nin şu kavli ile son veriyoruz;

“Her kim ki, kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere aykırı harakette bulunur ve mü’minlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu döndüğü sapıklıkta bırakırız. Ahirette de kendisini Cehenneme koyarız ki, o, ne kötü bir dönüş yeridir.” [35

KAYNAKÇA

[1] Bu hadis el-Akidetü’l-Vasıtıyye ve Şehrinde zikredilmiştir.
[2] Secde, 4
[3] Hadid, 4
[4] Bu açıklamayı İbnu’l Kayyım ‘en-Nuniyye’ diye bilinen şiirinde dile getirmektedir.
[5] Şura, 11
[6] Secde, 5
[7] Mülk, 16
[8] Mülk, 17
[9] Nahl, 50
[10] Mu’min, 36/37
[11] Müslim, Ebu Davud, Nesai, Malik, Ebu Hanife ve başkaları rivayet etmişlerdir.
[12] Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed, Humeyd Hakim ve Hatib sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
[13] Buhari ve Müslim
[14] Buhari ve Müslim
[15] İlhad: Haktan meyletmek ve sapmak demektir. Ta’til, tahrif, tekyif (keyfiyetlendirme), temsil (örneklendirme), ve teşbih (benzetme) de bunun kapsamına girer.
Ta’til; Allah’ın sıfatlarını kabul etmemek, yahut bazılarını kabul edip geri kalanını kabul etmemek demektir.
Tahrif; nassı lafzen ya da mana itibariyle değişikliğe uğratıp onu zahir (kuvvetli) anlamından uzaklaştırıp, ancak zayıf bir ihtimal ile lafzın delalet ettiği bir manaya göre açıklamaktır. Buna göre her tahrif bir ta’til, fakat her ta’til bir tahrif değildir.
Tekyif; Allah’ın sıfatlarının, yaratılmışlar tarafından bilinmeyen nasıllığı hakkında yorum yürütmektir.
Temsil; Birşeyin diğeri ile her yönden benzer oluşunu söz konusu ederek aynılığını ortaya koymak demektir.
Teşbih; Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen başka şeyin varlığını kabul etmek demektir.
[16] Bu eseri Ebu Said ed- Darimi er Reddu alel Cehmiyye nam kitabında İnbi Huzeyme Tevhid’de ve beyhaki Esma’da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
[17] Bu eseri Ebu Said ed-Darimi er-Reddu ale’l Cehmiye nam kitabında hasen bir senedle rivayet etmiştir.
[18] Bu eseri İbnu Mendeh Tevhid’de sahih bir senedle rivayet etmiştir. Zehebi de Uluv’da zikretmiştir.
[19] El-Fıkhu’l Ebsat
[20] Bu eseri Zehebi Uluv’da zikretmiştir.
[21] el-Esma ve’s-Sıfat
[22] el-Esma ve’s-Sıfat
[23] Bu eseri Zehebi Uluv’da tahric etmiştir.
[24] Ebu Davud, Mesaili’l –İmam Ahmed, Sünne, İbn-i Abdilber Temhid
[25] Bu eseri Hallal es-Sünen’de rivayet etmiştir.
[26] Hadid, 4
[27] Tevbe, 40
[28] Enfal, 46
[29] Kaf, 16
[30] el-Esma ve’s-Sıfat
[31] Bu eseri Ebu Davud Mesaili’l’de, Abdullah er-Reddu Ale’l –Cehmiyye’de ve Aciri Şeria da rivayet etmişlerdir.
[32] Bu eseri Hallal es-Sünen’de rivayet etmiştir.
[33] Bu eseri Hallal es- Sünnen’de rivayet etmiştir.
[34] Bu eseri Ebu Davud Mesailin’de, Ahmed Sünne’de ve Beyhaki Esma’da rivayet etmişlerdir.
[35] Nisa, 15

EVET KARDEŞLERİM BU MÜTAVATİR DELİLLERİ GÖRMEZDEN GELİP ALLAH'IN AYETLERİNE VE SAHİH KAYNAKLI RİVAYETLERE MUHALEFET EDECEKSENİZ ARTIK SİZDEN VE SİZİN GİBİ DÜŞÜNENLERDEN ALLAH'A SIĞINIRIM.
ESSELAMÜN ALEYKÜM.

13.06.2009 - misafir

Ulan ne gerizekali insanlar

Ulan ne gerizekali insanlar var.

Mehmet şunu dedi, ahmet hoca böyle dedi diye din olmaz

Unutmayın ki bir şeyi açıklarken mutlak delil getiremeyinin gerçekten doğru mu yalan söylediği anlaşılamaz!!!!

Cevap süper on numara!

20.01.2013 - misafir

Konular