Zehirli | Konular | Kitaplar

FIKIH ÜZERİNE



Mehmet Emin Er Hoca İle Sohbetler

Fıkıh Üzerine

Soru: Hocam, bize fıkhın lugat ve ıstılah manalarını, sonra da usul-i Fıkhı tarif edermisiniz?

Cevap: Fıkıh, kelime olarak fen, yani anlamak manasına gelir. Ebu Hanife “Nefsin kendi menfaatine ve zararına olan hükümleri bilmesidir.” Diyor. Muteahhirin ulemaları ona ameli de eklemişlerdir. Bu amel (yani uygulama) fıkhı, kelam ve tasavvuftan ayırmıştır. İmam-ı Şafi ise; “Tafsili delillerden istinbat edilen hükümlerdir.” Diye tarif etmiştir.

Usul-u fıkha gelince iki kelimedir. Birisi usul, diğeri fıkıh. Terkip olan ilmi usule, isim ve alem olmuşlardır. Usul, aslın cemidir. Asıl, üzerine bina olunan herhangi bir şey demektir. Fıkhı da tarif etmiştik. Böylece usulu fıkıh, fıkhın asılları demek olduğu anlaşılır.

Soru: Fıkhın ve fıkıh usulünün İslam açısından önemi ve Peygamber (sav) efendimizin bu husustaki teşvikleri nelerdir?

Cevap: Malum fıkhi terimler, istılahi terimlerdir ve sonradan ortaya çıkmıştır. İlimler satırlara, yani yazıya, hitabete dökülünce bunlar kullanıldı. Önceleri bunlar sadırlarda, yani göğüslerde idi. Ayet ve hadisler hafızalarda idi. Müçtehitler, sonradan vaki olan meselelerin hükümlerini çıkarıyorlardı. Fıkıh ancak lugat manasiyle kullanılıyordu. Mesela efendimiz (sav) Buhari’nin Hz. Muaviye’den rivayet ettiği bir hadislerinde “Eğer Cenab-ı Allah her kim hakkında hayır murat ederse, onu dinde fakih kılar!” buyuruyorlar. O devirde fehm kelimesi, anlayış manasına kullanılıyordu. Istılah manaları sonradan çıkmıştır.

Soru: Muhterem hocam! Fıkıh usulünün menbalarını, yani fıkha delil teşkil eden kaynakları kısaca izah edermisiniz?

Cevap: Dört delildir. Bunun ötesinde pek çok tarfileri vardır ama onlar furuattır.

Birincisi; ayetlerdir

İkincisi; Hadistir

Üçüncüsü; İcmadır.

İcma ise; Bir asırda bütün müctehitlerin bir hüküm üzerine toplanıp karar kılmalarıdır. Yalnız hiçbirinin muhalefet etmemesi gerekir. Bizim için icmanın aslı ayetmidir, yoksa hadimsidir diye araştırmak ve bunun ne olduğunu bilmek gerekmez. Zira müçtehitler ayet veya hadis olsa zaten icma yapmazlar ve ayetle, hadisle hüküm verirler.

Sahabiler, tabiin ve tebe-i tabiin devirlerinde icma olmuştur. Sahabe devrindeki icmayı inkar küfürdür.

Dördüncüsü Kıyastır.

Kıyas; bir meselede ayet, hadis ve icma yoksa, o zaman fukaha kıyasa başvurmuşlardır. Peygamber (sav) devrinde efendimizin de kıyas yaptığı vakidir.Kıyas’ın delili Kur’an da da vardır. Buna da misal verelim. Kur’an da Allah “Alışveriş helal, faiz haramdır.” Buyurur. Ama faizi izah etmiyor. Peygamber (sav) bunu tefsir ederken; “Altın altına, gümüş gümüşe, buğday buğdaya, arpa arpama, hurma hurmaya, tuz tuza eşit olacaktır. Ziyadesi ribadır.” Diyor. O da sadece bu kadar açıklamıştır. Şimdi nohut, mercimek, pirinç gibi şeyler ne olacak, ayet ve hadiste geçmiyor. Yok. Bunların hükmü nedir? İşte o zaman diğer maddeleri kıyasla tayin ettiler.

Soru: Hocam bu arada şunu sormak istiyorum. Yukarıda dediniz ki, sahabe devrinde yapılan icmayı inkar küfürdür. Peki diğer icmayı inkarın durumu nedir? Örneğin sünneti inkar etmek nasıldır?

Cevap: Bu itikadi bir sorudur. Malum Ehli Sünnetin itikatta iki mezhebi var. Maturudi ve Eş’ari. İmam-ı Eş’ari’ye göre, eğer bir hükümde kat’i sübut, kat’i delalet ve bir de istişhar (meşhur olması) olursa, hükmü inkar küfürdür. İmam-ı Maturudiye göre, kati subut ve delalet olursa, meşhur da olmasa inkarcı küfürdedir.

Usul itibariyle ahkam-ı şer’iyye beştir. Haram, mekruh, vacip, sünnet bir de mubah. Bunlardan birisini inkar küfürdür(eğer kesin delil varsa) kat’i delil yoksa küfür değildir. Çok önemli bir meseleye temas ettiniz. Söylemekte fayda var. Bugün bir çok Müslüman görüyoruz ki, çoğu zaman küfre düşüyor farkında değil. İtikadımızı ve bizi neyin küfre düşürüp, neyin imanda tuttuğunu çok iyi öğrenmemiz gerekir. Sonradan kelime-i şehadet getirse de imana giremez. Ta ki o yanlış itikadını düzeltmedikçe.

Soru: Hocam, bir ayeti kerimeyi veya bir hadisi şerifi okuyup onunla amel edebilirmiyiz?

Cevap: Fıkıh kitaplarına alınmamış bazı hadisler, amellerin faziletlerinden filan bahsediyorsa onunla amel olunur. Takvayı, zühdü, uhuvveti teşvik eden bazı ayet ve hadislerle amel edilir. Bu da iyidir. Hoşdur. Güzeldir. Ama bazı ayet ve hadisleri okuduk. Müçtehitlerimizin içtihadı ile ayrı manada, ben bu mezhebi ve müctehidi bırakıp, bu ayetle veya bu hadisle amel edeyim dese caiz olmaz. Bu hatanın ta kendisidir. Ayetlerle veya hadislerle içtihat ayrılırsa, deriz ki, bu ayetin başka bir tevili vardır. Mensuhtur. Geneldir veya özel bir durumdur. Müçtehitler bütün bunları tetkik edip bu hükümleri çıkarmışlardır. İçtihada teslim oluruz. Burada önemli bir hususa işaret etmek istiyorum. Eğer bu ayet, içtihat, hadis-içtahit çatışmasından şüpheye düşersek ehline sormalıyız. Her gördüğümüz ayetle hadisle amel edersek delalete düşeriz.

Soru: Peki hocam yeri gelmişken içtihat ve müçtehit nedir. Herkes müçtehit olabilirmi, kaç çeşit müçtehit vardır?

Cevap: İçtihat; müçtehidin var kuvvetini tamamiyle sarfedip, bir şer’i hükmü şer’i delillerden çıkarmasıdır. Müçtehitler dörde ayrılır.

1. Müçtehid’i mutlak. Şer’i delillerden hüküm çıkaran, mezhep sahibi kişilerdir.

2. Müçtehid’i fil mezhep: Ayet ve hadisten, mezhep imamının kaidelerine göre hüküm verir.

3. Müçtehit fil mesail: Sonraki meselelerin, bulunduğu mezhepte hükmü olmayınca, o meselelerde içtihat eder.

4. Müçtehit fil fetva: Kadıhanlar gibidir.

Sorumlu olanlar bunlar. Ondan sonra tercih ehli vardır. Onların içtihat meselesi yoktur. Müçtehitlerin kavillerini ölçüp-tartar, birini diğerine tercih eder. Bize gelince, bizler tercih ehli de değiliz. Onlar ne yazmışsa bakarız. Tercihi onlara bırakırız. Mutlak müçtehit iç in bazı şartlar ileri sürülmüştür. Arap lügatını adam akıllı bilmek, belagat ilmini, ayatelerin hassını, genelini, muhkemini, müfessirini, nashini, mensuhunu, bilmelidir gibi... Halbuki, o büyük müçtehitler zamanında böyle şartlar yoktu. Bu özellikler onlarda vardı. Yani müçtehit olan şahıslara bakılarak müçtehitlerin vasıfları ortaya çıkarılmıştır.

Ebu Hanife’ye “devrin Sokratı” diyorlardı. Etrafında kırk tane müçtehit vardı. Konuştuğu zaman aciz kalırlardı. Onlarla münazara eder ve onları teslim alıp hükmünü öyle verirdi. Ondan sonra da, imam-ı Ebu Yusuf’da filan bunu kaydettirirdi.

Soru: Taklit nedir ve caiz midir? Mukallit kime denir?

Cevap: Taklit mecburi bir şeydir. Eskiden beri vardır. Herkes müçtehit değildir. Ebu Hureyre bile o kadar hadis bildiği halde, içtihat etmiyordu da, meseleleri müçtehitlerden soruyordu. Asr-ı Saarette pek çok sahabe vardı ve Kur’an onların dilinde iniyordu. Peygamberimizin yanında idiler, ama müçtehitleri sayılı idi. İbn-i Hümam; Dört halifeyi, ibn-i Abbas’ı, ibn-i Mesud’u, Abdullah b. Amr b. As’ı, Ebu derda’yı, Muaz b. Cebel’i, İbn-i Ömer’i sayarak on yedi kadar müçtehit sahabi ismini veriyor. Bakın en kadar muhaddis var. Buhari, Müslim, Nesai, Ebu Davut.... Hadisleri bilirleridi. Hüküm çıkarmak ellerinde değildi. Pek çok müfessir var ayetleri her ciheti ile biliyorlar, ama müçtehit değiller. Bir takım muhaddisler, bazı müçtehitlere sorarlardı. Bu hükmü nereden çıkardın? Diye. O da “Senin rivayet ettiğin hadisten” cevabını verirdi. İçtihat ayrı bir şeydir. İşte müçtehit olmayana taklit etmek düşüyor. Taklit zaruridir.

Herhangi bir fıkhi hükmün delilini bilmeden, o hususta bir müçtehidin hükmünü kabul etmek taklittir. Bir de delilini bilirse, o zaman sanki taklit değildir. Aliyyül aladır.

Soru: Muhterem hocam, Müslümanlar bu gün bir takım meselelerde zorlanıyorlar. Uçağa buradan biniyorsunuz ve ikindi namazını da kılmadınız, batıya gidiyorsunuz güneşi takip ederken bir türlü batmıyor÷ Akşam namazının durumu ne olacak.

Eli kesilen hırsızların ellerini iade edilirse tıbben dikilip, kesilmemiş gibi oluyor÷ Kesilen el iade edilecek mi, yoksa edilmeyecek mi?

Kutuplarda altı ay gece, altı ay gündüz oluyor, buradaki bir Müslüman namazla emrolunmuş mudur, kılaca mı, kılmayacak mı ve en mühimi enflasyon sorunu yüzünden orç alıp verme işleri nasıl yapılacak? Bunları bir alim halledebilir mi?, yoksa alimlerden oluşan bir istişare heyeti mi hallederbilir?

Cevaplar: Bunlardan bir kısmının hükmü mevcuttur. Ama bazı meseleler hakikatten müşkildir.

Uçağa binmek ve namaz vakti çıkmaksızın batıya doğru güneşi takip etmek hususunda bir kısım ulema demiş ki, o kişi namaz kılmaktan muaftır. Ama sanki namazdan kaçıyormuş gibi bir durum ortaya çıkacağından böyle bir şey yapmak da uygunsuzdur. Diğer bir görüş ise; eğer adam bu şekilde 48 saat yolculuk yaparsa namaz sakıt olur. Değilse olmaz. Kılması gerekir.

Kutuplar için de iki görüş vardır. Birincisi vakit takdir ve eder ve o vakte göre kılar. İkincisi, namaz için vakit şart olduğundan ve burada da vakit altı ayda bir geldiğinden namaz düşer.

Hırsızın elinin kesilmesindeki amaç; eli kesilen insanın ibret olsun diye toplum içinde elsiz dolaşmasıdır. Bu sebeple, kesilen el iade edilmez. Ama hastahaneye götürülür.

Enflasyona gelince; işte bu çok müşkil bir meseledir. Bunun halli çok zor. Nasıl olur, nasıl yapılır bilemiyorum.

Soru: Hocam son bir sorumuz olacak. Herkesten fetva alınabilir mi? Fetva alınacak şahısta aranan şartlar nelerdir. Bu hususta misal olusun diye söylüyorum. Ahmed b. Hanbel bazı şartlar öne sürmüştür. Bunlar; İyi niyet sahibi olmak, ilim, hilim, vakar ve ciddiyet sahibi olma, kendinden ve bilgisinden emin olmak, halka otoritesini kabul ettirmek, insanları iyice tanımak gibi şartlar saymıştır.

Cevaplar: Bugünkü kişiler, fetva veren şahıslar müfti, verilen şeyler de fetva değildir. Usul’de müfti demek müçtehit demektir. Hal böyle olunca bugün yapılan şeylerin adı fetva vermek değil, nakil yapmaktır. Naklin şartı ise ikidir;

1-Naklin adaleti: Nakil doğru yapılacak

2-Naklin hangi müctehidin kavli olduğunun sübutu

Fetva yok nakil var. Kim derse ki ben fetva veriyorum, bu usul ilminde hatadır. Nakil olduğunu ve naklettiği şahsı mutlaka zikretmelidir. Bunu duyanlar, okuyanlar kimlerse naklonunan kaynaklara bakıp kontrol etmeli, ayrıca başka kaynakların da doğruluğunu araştırmalıdır. Körükörüne almık akıl karı değildir. Şimdi “cahil cesurdur” fetvasınca ve takva ehlinin yokluğundan dolayı çeşitli görüşleri bir araya katanlar olabilir. Tahkik etmek şarttır.
İslam Dergisi'nde yayınlanmıştır.

İslam, Nisan 1984
evimizturkiye.com


Konular