Zehirli | Konular | Kitaplar

Hz. İsa'nın Kölelik Anlayışı

Hristiyan yazarlar tarafından sürekli olarak tekrarlanan ve her vesile ile örnek diye gösterilen "Biri bir yanağına vurursa ona karşılık verme, sen öbür yanağını da çevir" mealindeki Hz.İsa'ya atfedilen sözün, sosyolojik ve psikolojik yönlerden tahlilini yapmak gerekir. Bu ifadeyi psikolojik yönden ele alırsak bu sözün insanlara kendilerini savunmama, kim ne yaparsa yapsın karşılık vermemek sureti ile kendini ezdirme, hatta yok olma duygusunu aşıladığını görürüz. Eğer bir toplumda zalimler, insanların mallarını haksız yere gasbedenler, insanlara eziyet edenler hiç karşılık görmeyip her istediklerini istedikleri zaman yapabilirlerse, yaptıklarına hiç ceza verilmez ve yaptıkları sürekli olarak yanlarında kâr kalırsa elbette bu çeşit hareketler yaygınlaşır, sonunda toplumda huzur ve sükûn kalmaz. Haksızlığın ve zulmün ceza görmediği bir cemiyetin ayakta durması ve varlığını sürdürmesi imkânsızdır. Muharref İncillere göre Hz. İsa, zina ve hırsızlık gibi suçları işleyenleri dahi cezalandırmamak eğilimindedir. Böyle olunca hukukî kuralların hiç uygulanmadığı, zalimlerin serbestçe zulmettiği ve mazlumların haklarını aramadıkları bir cemiyet ayakta kalabilir mi?

Yukarıda aktardığımız Hz. İsa'nın sözleri, haksızlığa ve zulme uğrayan insanlarda pısırıklık, miskinlik ve tam teslimiyet fikrini aşılamakta, insanları kaderciliğe doğru sürüklemektedir. İnciller, Hinduizmin kendi kast sisteminde alt tabakalardaki insanlara aşıladığı kaderci ve teslimiyetçi zihniyetin aynısını, işçilere ve kölelere aşılamaya çalışmaktadır. Hz. İsa'ya nisbet edilen şu sözden başka nasıl bir ma'na çıkarılabilir? "Ben size diyorum ki kötüye karşı direnmeyin, sağ yanağınıza bir tokat atana öbürünü de çeviriş. Size karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün."

Muharref İncillere göre Hz. İsa, verdiği misallerin çoğunda kölelik motifini kullanmakta ve köleliği razı olunması gereken bir kader gibi takdim etmektedir. Hz.İsa, insanın Allah'a itaatini, kölenin efendisine itaati ile sürekli olarak mukayese etmektedir. Onun köleliğe bakışı şu sözlerinde açıkça görülebilir: "Hangi birinizin çift süren, ya da çobanlık eden bir kölesi olur da, tarladan dönüşünde ona, 'çabuk gel, sofraya otur' der. Tersine ona, 'yemeğimi hazırla, kuşağını bağla ve ben yeyip içerken bana hizmet et. Ondan sonra da sen yeyip içersin' demez mi?.. Kendisine verdiği buyrukları yerine getirdi diye köleye teşekkür eder mi hiç?"(184) Hz. İsa'nın İncillerde verdiği misallerdeki köleliğe bakışı bu tarzdadır. İncillere göre Hz. İsa, kölelerin herhangi bir hakka sahip olduklarını kabul etmemektedir. Ona göre kölelerin vazifesi he halükârda efendilerine hizmet etmektir, onların efendilerine karşı hiçbir hakları yoktur.

Hz. İsa'nın muharref incillerde geçen teslimiyetçi, kaderci ve tam itaat esasına dayanan kölelik anlayışına, Yeni Ahidin diğer kitaplarında da rastlamaktayız. Bu kitaplarda köleliğin mahiyeti daha net olarak görülür. Bilhassa Pavlos'un mektuplarında köleliğin bir kader olduğu, onun bütün vecibelerinin yerine getirilmesinin gerekli olduğu tekrar tekrar anlatılır. Pavlos bu konuda şunları söylemektedir: "Boyunduruk altında olan kulların hepsi kendi efendilerini tam hürmete layık saysınlar, ta ki Allah'ın ismine ve talime küfrolunmasın ve iman etmiş efendileri olanlar, kardeş oldukları için onları hor görmesinler, fakat daha ziyade hizmet etsinler, çünkü bu hizmetten istifade edenler iman eyliyen sevgililerdir".

Pavlos gibi Petrus da, yazdığı risalelerinde kölelerin efendilerine kayıtsız şartsız itaat etmelerini şu şekilde emretmektedir: "Ey hizmetçiler! Efendilerinize, yalnız iyilere ve mülayimlere değil, fakat ters huylu olanlara da tam korku ile itaat edin. Çünkü eğer biri haksız yere elem çekerek Allah'a karşı vicdandan ötürü hüzünle dayanırsa bu makbuldür... İyilik işleyerek elem çekip sabrederseniz, Allah nezdinde bu makbuldür".

Gerek Petrus'un ve gerekse Pavlos'un mektuplarındaki bu sözler daha çok köle sahibi zenginlerle üst tabakadan insanların işlerini kolaylaştırmak için kaleme alınmış olmalıdır. Biz, M.S. birinci ve ikinci yüzyıllarda Hristiyanlığın daha çok fakir, işçi ve köleler arasında yayıldığını, zenginlerin ve nüfuzlu insanların bu dine pek rağbet etmediklerini, zengin ve üst tabakadan insanların bu dine üçüncü asırdan itibaren girmeye başladıklarını biliyoruz. Böyle olunca biraz önce aktarmış olduğumuz pasajların M.S. birinci veya ikinci asırda yazılmış olması uzak bir ihtimaldir. Bu pasajlar muhtemelen üçüncü asırdan itibaren Hristiyanlığa girmeye başlayan zenginlerin ve köle sahibi kişilerin işlerini kolaylaştırmak üzere başka yazarlar tarafından kaleme alınmış ve bunlar Petrus ve Pavlos'un ifadeleri imiş gibi onların risalelerine sokulmuştur.

İmparator Kostantin'in dördüncü yüzyılın birinci yarısında Hristiyanlığı kabul etmesi, imparatorlukta gitgide çoğalan Hristiyan nüfusun, kendisine bu din kanalı ile bağlanmasını sağlamak ve böylece tahtını sağlama almak gayesini taşıyordu. Kostantin, Hristiyanlık vasıtası ile bir yandan imparatorlukta dinî bir birlik sağlamayı hedef edinirken, öbür yandan topladığı konsiller vasıtası ile o sırada Hristiyan-ların ellerinde bulunan bütün İncilleri ve Risaleleri imha ettirmiş, bu kitaplardan sadece şu anda Hristiyanların ellerinde mevcut olan kitapları yeniden yazdırtmıştır.

Ancak onların da asıllarını imha ettirmiştir. Kanunî kabul edilerek yeni nüshaları kaleme alınan bu eserlerin yeni yazmalarına, devlet adamlarına, hükümetlere itaat fikrini ilâve ettirerek kendi yönetimine bu yolla destek sağlama cihetine gitmiştir. Bu ilâvelerin en canlı örneği Pavlos'un Titus'a yazdığı mektupta görülmektedir. Bu mektuta şöyle bir ifadeye rastgelmekteyiz: "Reislere ve hükümetlere tabi olmayı, itaat etmeyi ... onlara ihtar et". Bu ifadenin, birinci asırda hükümetin ve reislerin zulüm ve işkencesi altında inleyen ve sonunda öldürülen Pavlos tarafından söylenmiş olması imkânsızdır. Eğer o dönemde Pavlos, Hristiyan müminleri mevcut hükümete itaat etmeye çağırmış olsa idi, hükümet onu elbette öldürt-mez, aksine korudu. Pavlos bu sözleri söylemiş olsaydı Roma yönetimi tarafından baştacı edilirdi. Kostantin ve daha sonra gelen imparatorlar özellikle bu vb. ifadeleri, Yeni Ahidin ka-nonizasyonundan sonra bu kitapta yer alan eserlerin yeniden yazılması sırasında bunlara ilâve ettirmiş olmalıdırlar.

Bugün elde mevcut olan en eski Yeni Ahit yazmasının, M.S. dördüncü yüzyılın ortalarında yazılmış olan bir yazmadan kopya edildiği söylenen bir yazma olduğunu daha önce belirtmiştik. Kanunî kabul edilen kitapların dahi bu tarihten önce yazılmış olan bütün nüshaları yok edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Bugün sahih olduğu kabul edilen kitapların ilk nüshalarında yukarda aktarmış olduğumuz pasajlar muhtemelen mevcut değildi. Bunlar bu kitaplara eklendikten sonra, yapılan bu ilâvelerin anlaşılmaması için daha önce yazılmış olan bütün nüshalar devlet eli ile kasden yok edilmişlerdir.

Hristiyanların, Hristiyan olmayan milletler üzerinde devamlı olarak hakimiyet kurmaya çalışmaları ve bu milletlerin en meşru haklarını dahi gasbetmeyi olağan saymalarının temelinde İncillerde ve Risalelerde geçen bu pasajların büyük tesiri vardır. Hristiyan mentalitesinde Hristiyan olmayanların hiçbir hakları yoktur, onlar Hristiyanların köleleri mesabesin-dedirler. Hz.İsa'ya nisbet edilerek İncillere alınan pasajlarda belirtildiği gibi, köle itaat etti diye ona teşekkür edilmez. Hristiyan olmayan milletler ve devletler, Hristiyanlarla yaptıkları anlaşmalara ne kadar riayetkâr olurlarsa olsunlar onlara teşekkür dahi gerekmez, zaten onlar böyle yapmak zorundadırlar. Sonradan Hristiyanlığı benimseyen milletler ve devletler de daha önce Hristiyan olmuş devletlerin köleleri olmak durumundadırlar. Bunlar Hristiyan olmakla kölelik statüsünden hemen çıkamazlar. Dolayısı ile efendi durumunda olan devletler, yeni Hristiyan olmuş bu devletleri kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi kullanabilirler. Yeni Hristiyan olmuş bir devletin veya milletin ortaya çıkarak "Biz de Hristiyanız, eşitlik istiyoruz" demeye hakkı dahi yoktur. Bu yeni Hristiyan olmuş devletlerin görevi, efendilerine itaat ve onların söylediklerine bir köle zihniyeti ile harfiysn riayetten ibarettir.

Hristiyan misyonerlerinin Hristiyanlığı yaydıkları yerlerde kurulan kiliselerin işleyiş tarzı konusunda Hristiyan dünyasında ihtilaflar çıkmış; yeni Hristiyanlığı kabul edenler, merkezî Kilise otoritesine tam olarak tabi olmayan mahallî kiliselerin kurulmasını ve bu şekilde faaliyet gösterilmesini isterlerken, bazıları mahallî kiliselerin tehlikelerine işaret ederek bunlara tam bir serbestlik verilmesinin doğru olmayacağını, bunların ne olursa olsun merkezî bir otorite tarafından denetlenmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir(188). Bu merkezî otoriteyi tesis etme fikrinin temelinde ise sömürgeci, köle kullanıcı, ve başkalarının haklarını gasbetmeyi meşru gören ve gösteren Yeni Ahit mantığı vardır.