Zehirli | Konular | Kitaplar

HRİSTİYANLIKTA PEYGAMBERLİK ANLAYIŞI

Hristiyan kaynaklar iyice incelenince bu dindeki peygamberlik anlayışının, diğer ilâhî dinlerin peygamberlik anlayışından çok farklı olduğu görülür. Vahiy meselesinde izah edildiği üzere, Hristiyanlıkta Hz.İsa'nın sadece sözleri değil, bizzat kendi varlığı ve mevcudiyeti de vahiy kabul ediliyordu. Böyle olunca bu dinde Hz.İsa, bir peygamberden çok, bir ilâh olarak kabul edilmektedir. Hristiyanlığa göre Hz.İsa, bir insan peygamber değil, insan suretine girmiş bir ilâhtır. O, belki bir vahiy almaktadır, ancak baba Allah, onun vücuduna hulûl ettiğinden ve onunla bütünleştiğinden o da ilâhlaşıyor ve kendi kendine vahyeden durumuna geliyor. Hristiyanlar, Hz. İsa'nın, Hz.Muhammed ve Hz. Musa gibi vahiy aldığını kabul etmiyorlar.

İslâmiyet ve Yahudilikte peygamberlerin ulûhiyetle alâ -kalan yoktur, peygamberler insandır, emirlerini Allah' tan alırlar. Hz. Musa devamlı olarak Allah(C.C) ile konuşmuş, O'ndan aldığı emir ve yasakları insanlara ulaştırmıştır.

Yahudilikte kadir-i mutlak bir ilâh ve O'ndan kayıtsız şartsız emir ve yasaklar alan peygamber motifi vardır. Başta Hz. Musa olmak üzere bütün Yahudi peygamberleri daima Allah'tan vahiyler almışlardır. Bu peygamberler hiçbir zaman kendi kendilerine vahiy veren durumunda olmamışlar, vahiy konusunda kendilerine vahyeden Allah'ın, mutlak iradesine tabi olmuşlardır. Hz. Musa, Allah'ın kendisine Sina dağında vahyettiği şeyleri, anında taş levhalara yazmıştır.

Tevratın verdiği bilgiye göre, Hz. Musa Tur-ı Sina'da iken, Hz. Harun,halkının tapması için kendi elleri ile bir buzağı yapmıştı (bu ifade İslâmî anlayışa zıttır). Dönüşünde bunu gören Hz.Musa, öylesine öfkelendi ki elindeki levhaları yere atarak bunları kırdı. Ancak, Allah'ın emri ile ikinci olarak çıktığı Sina dağında Hz.Musa, yontmuş olduğu taş levhalar üzerine Allah'ın buyruklarını yeniden yazdı. Tevrata göre, vahyi veren ile vahyi alan arasında her hangi bir aracıya tesadüf olun-mamaktadır. Bir peygambere Allah'tan gelen vahiy için, aracı bir meleğe ihtiyaç olduğuna dair Tevratta açık bir ifade mevcut değildir. Yahudilikte peygamber insanlardan olmalıdır.

İslâmiyete göre peygamberler mutlaka insanlardan olmaktadır.

Allah'tan gelen vahyi, peygamberlere ulaştıran bir melek vardır ve bu melek Cebrail'dir. İslâmiyete göre Allah (C.C), ilâhlıkta kemâle ermiştir, O, bütün kemâl sıfatları ile muttasıf ve bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, birdir, ortağı, yardımcısı ve benzeri yoktur. Peygamberler de peygamberlikte kemâle ermişlerdir, bunların ulûhiyetle hiçbir alâkaları yoktur, bununla beraber onlar, insan olarak diğer bütün insanlardan daha üstündürler. Peygamberlerden zelle sadır olabilir, ama onlar büyük günah işlemezler. Burada önemli bir farkı belirtmek gerekir. İslâmiyete göre peygamberler, kötü şeyleri, büyük günahları asla işlemezler, veya bunları işleyenler peygamber olamazlar. Yoksa İslâmiyette, peygamberlerin yaptıkları şeyler büyük günah nev'inden bile olsa günah sayılmaz şeklinde bir anlayış yoktur. Onlar, büyük günah işlemezler, şayet işlerlerse peygamber olamazlar.

İslâmiyetin peygamberlik anlayışını, bu noktada Yahudiliğin ve Hristiyanlığın peygamberlik anlayışı ile karşılaştırdığımız zaman şu hususu tesbit ederiz. Bu iki dinde peygamberlerin masumiyetleri İslâmiyetteki gibi açık değildir. Mesela Hz. Musa Sina dağında iken, Hz.Harun (Tevratın verdiği habere göre), kendi elleri ile halkının tapması için put yapmıştır. Bu, bir şirktir, küfürdür. Yine Yahudilerin Mısır'dan çıktıkları sırada Hz.Musa'nm onlara, Mısırlıları soymaları ve mallarını çalmaları direktifini verdiğini Tevrat haber vermektedir. Tevrat ve Eski Ahidin diğer kitaplarının yüzlerce yerinde hırsızlık eden, yalan söyleyen, zina eden peygamberlerin haberleri yer almaktadır. Dolayısı ile Yahudilikteki peygamberlik anlayışına göre, bu dinde peygamberler büyük günahları, şirk ve küfrü irtikâb edebilmektedirler. Dünyanın en iğrenç işlerine bulaşmış bu kimseler buna rağmen, Allah ile hiçbir aracı olmadan konuşabilmekte, O'ndan emir ve buyrukları direkt olarak alabilmektedirler.

İşin esasına bakılırsa Yahudi hukukunda suçlulara uygulanan cezaların, suç işleyen peygamberlere uygulanmadığı da tesbit edilebir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz. Tevrata göre: Hz.Yakub'un oğlu Yehuda, büyük oğlu Er'i Tamar isminde bir kadınla evlendirmişti. Çok geçmeden Er ölmüş ve karısı Tamar dul kalmıştı. Yahudi ananesi ve hukuku gereği olarak Yehuda, dul gelinini ikinci oğlu ile evlendirmiş, ancak ikinci oğul da çok geçmeden ölmüştü.

Bunun üzerine Yehuda gelinini üçüncü oğlu Şela ile evlendirmek istemiş, ancak Şela çok küçük olduğundan, Tamar'ın bir süre beklemesi gerekmişti. Bu yüzden Yehuda, gelini Tamar'ı, babasının evine göndermişti. Gelini ile uzun süre ilgilenmiyen Yehuda, bir gün gelinin bulunduğu yere bir seyahate çıkmış, bu sırada canı bir kadınla birlikte olmayı istemiş ve bir kadın bularak ücret karşılığında onunla zina etmişti. Zina ücreti olarak Yehuda, kadına bir oğlak vermeyi vadetmiş, ancak kadın oğlak gelinceye kadar kendisine rehin olarak bazı şeyleri bırakmasını isteyince Yehuda, kadına mührünü, palanını ve kaytanını bırakmış, bilâhere oğlağı kadına gönderdiği halde kadın, bu rehin aldığı şeyleri ona geri iade etmemişti.

Bir süre sonra kadının hamile kaldığı anlaşılınca, durum Yehuda'ya haber verilmiş, "Babasının evine gönderdiğin dul gelinin Ta-mar, zina ederek hamile kaldı" denilmiş. Bunun üzerine Yehuda, hemen gelinin yakılmasını emretmiş, emri alanlar cezayı infaz etmek için kadının yanına gidip durumu ona anlatınca, kadın mühür, kaytan ve palanı gelenlere vererek "Gidin Yehuda'ya söyleyin! bu mühür ve kaytanın sahibi kimse karnımdaki çocuğun babası odur, ben bunları zamanında o adamdan zina ücreti olarak almıştım" demişti. Kadından mühür kaytan ve palanı alanlar, bunları Yehuda'nın yanına götürerek kadının söylediklerini olduğu gibi ona anlatınca, Yehuda kendi kaytanını, palanını ve mührünü tanıyarak zamanında ücret mukabili zina ettiği kadının, kendi gelini Tamar olduğunu anlamış ve daha önce vermiş olduğu ateşte yakılma cezasının uygulanmamasını istemiştir. Daha sonra Tamar ikiz çocuk doğurmuştur.

Tevratta anlatılan bu hikayeyi incelediğimiz zaman, o devirde Yahudi hukukunda zinanın cezasının ateşte yakılma olduğu görülüyor. Yehuda gelininin zina ettiğini duyunca hemen bu cezanın tatbikini istiyor, ancak gelini ile zina edenin bizzat kendisi olduğunu farkedince, bu cezanın uygulanmasından vaz geçiyor. Suçu başkası işleyince ceza veriliyor ama, bu suçu bir peygamber işlerse ceza verilmiyor, hatta suçu bir peygamberle birlikte işleyen de, peygamber sayesinde cezadan kurtuluyor. Yani, Yahudiliğe göre Peygamberler suç sayılan fiilleri işleseler dahi, bu fiiller suç sayılmamaktadır.

Sabiilikte peygamberlik inancı olmakla beraber, bu dine göre insanlardan peygamber olamaz, peygamberler ancak temiz ruhanî varlıklar olan meleklerden olabilir. Brahmanlık dininde ise peygamberlik müessesesi kökten inkâr edilmekte, ne insanların ve ne de meleklerin peygamber olamayacağı, ancak insanın aklının kendi peygamberi olabileceği ileri sürülmektedir.

Hristiyanlıktaki peygamberlik anlayışına gelince, İncillerde ve Yeni Ahidin diğer kitaplarında sık sık peygamber kelimesinin geçtiğine ve peygamberlerden bahsedildiğine şahit olmaktayız. Ancak İncillerde bu kelimenin ma'nası üzerinde net ve berrak bir açıklama bulmak mümkün değildir. Çünkü İncillerin bazı bölümlerinde Hz. İsa'nın ulûhiyeti "Ben babadayım, baba da bendedir" gibi cümlelerle açıklanıp, kelâm olan Allah'ın, İsa'da vücut kisvesine büründüğü ve böylece insanlar arasında dolaştığı, yani onun ilâhlığı ve dolayısı ile peygamber olmadığı ilan edilirken, diğer bazı bölümlerinde ise, onun peygamberliğine delalet edebilecek ifadeler yer almaktadır.

Sinoptik İncillere (Matta, Markos, Luka) göre Hz. İsa öğrencilerine insanların kendisini kim ve ne olarak tanıdıklarını sormuş, bazı öğrenciler ona "Halk seni vaftizci Yahya olarak tanıyor" demişler, diğer bazı öğrenciler, "Halk seni peygamber olarak tanıyor" diye cevap vermişler, diğer bir kısmı ise "İnsanlar seni İlya olarak tanıyor" cevabını vermişler.

Bundan sonra Hz.İsa onlara," Ya siz beni ne olarak tanıyorsunuz?" diye sorunca Havarilerin reisi Petrus, "Sen Mesih'sin" cevabını vermiş, Hz.İsa da onun bu cevabını tasdik etmiştir.İncillerde geçen bu pasajın incelenmesi sonunda en azından, Mesihlikle peygamberliğin aynı olmadığı, İlya ve Yahya'nın da Mesih olmadığı, sadece Hz.İsa'nın Mesih olduğu anlaşılmaktadır.

Yukardaki pasaja göre durum böyle olduğu halde, İncillerin diğer yerlerinde zaman zaman Hz.İsa'nın peygamberliğine delalet edebilecek ifadelere rastlıyoruz. Mesela Hz.İsa, bir yerde halka bir mucize gösteriyor, mucizeyi gören halk, hayret ve hayranlıkla "Sen peygambersin!" diye ona sesleniyorlar, fakat o, "Ben peygamberim" veya "Ben Peygamber değilim" şeklinde herhangi bir cevap vermiyor. Matta İncilinde şöyle bir ifade geçiyor: "Ve kalabalıklar, Galile'nin Nasıra şehrinden İsa Peygamber budur dediler".

Buradaki "İsa peygamber" tabirinin İncillerde yer alması oldukça önemlidir. Luka'da daha dikkat çeken bir ifade yer almaktadır ki, burada hem Allah İsa ve hem de Peygamber İsa motifi işlenmektedir. "Herkesi korku aldı ve: Aramızda bir peygamber çıktı ve Allah kendi kavmini ziyaret etti, diyerek Allah'a hamdediyorlardı." Bu pasaja göre mucizeler karşısında şaşkınlığa düşen insanlar onu hem bir peygamber kabul ediyor, hem de insan suretine ve kisvesine bürünmüş Allah sayıyorlar. Burada akla şöyle bir cevap gelebilir: Halkın bunları söylemesine karşı Hz. İsa'dan bir tepkinin gelmemesi ve "Hayır ben peygamber değilim, ben Mesih'im" dememesi, onun illa peygamberliği kabul ettiği ma'nasına gelmez, buradaki sükût ikrar sayılmaz. Ancak, İncillerde bulunan diğer bazı ifadeler, bu sükutun daha ziyade ikrar ma'nasına geldiğini göstermektedir.

Bunlardan bir tanesi şöyledir: "Çünkü bir peygamberin kendi memleketinde itibarı olmadığına İsa kendisi şehadet etmişti". Bu ifadeye göre bir peygamberin kendi memleketinde itibarı olmadığına Hz.İsa bizzat kendisi şahit olmuştur, yani kendi nefsinde müşahede etmiştir. O, kendisi peygamber olmasa nasıl kendi nefsinde buna şahit olacaktır? İncillerde bu konuda geçen daha çarpıcı bir ifade vardır, o da şudur: "Ve onda sürçtüler. İsa onlara dedi: Bir peygamber kendi memleketinden başka yerde itibarsız değildir. Ve İsa onların imansızlıklarından dolayı orada çok kudret işleri yapmadı." Bu ikinci pasaj, herşeyi açıkça ortaya koymaktadır.

Bir peygamberin kendi memleketindeki itibarsızlığı, Hz.İsa'nın bizzat kendi nefsinde müşahede ettiği bir şeydir. O, kendi memleketinde bir takım mucizeler göstermiş, buna rağmen halk kendisine fazla iltifat etmemiştir. O da halkın bu ilgisizliğine öfkelenerek orada çok kudret işleri yapmaktan vazgeçmiştir, yani kendisine inanmadıkları için onlara kızarak bir daha orada mucize göstermemiş ve öfke ile halka bir peygamberin kendi memleketinde itibar görmediğini, başka yerlerde ise çok itibar gördüğünü söylemiştir. O, bununla demek istemiştir ki, "Siz bir peygamber olarak benim mucizelerime inanmadınız, ben memleketimde itibar görmüyorum ama, başka yerlerde itibarım çok yüksektir." Aslında bu ifadelerden, Hz.İsa'nm kendi peygamberliğini itiraf ettiğini anlayabiliriz. incillerde birçok konuda görülen çelişkilerden biri de peygamberlik konusunda görülen bu çelişkidir.

Hristiyanlıkta açık ve net bir peygamberlik anlayışı yoktur. Hristiyanlar, Yahudilerin kutsal kitabı Tanahı, Eski Ahid adı altında kabul ettiklerinden bu olaya bağlı olarak Yahudi peygamberlerine inanırlar ve Yahudilikteki günahkâr, yalancı, hilebaz ve zinakâr peygamberlik anlayışını benimserler.

Hristiyanlıkta, İslâmiyette olduğu gibi sıfatları ve görevleri belli bir peygamberlik anlayışı yoktur. İslâmiyetin aksine olarak Hristiyanlıkta peygamberliğin sınırları çok muğlaktır. Kimin peygamber olduğu, kimlerin peygamber olmadığı pek belli değildir. Bu dine göre Hz.İsa, ilâhlık mertebesinde olduğundan peygamber değil, peygamberden daha yüksektir. Öyle ise Hristiyanlığın peygamberi veya peygamberleri kimlerdir? Yeni Ahidin beşinci kitabının adı, "Resullerin îşleri"dir. Bu resuller, Hz.İsa'nın Havarileridirler. Hristiyanlar Havarilere "Resul", yani peygamber demektedirler. Hristiyanlıkta Havarilerin yanısıra, Hz. İsa'nın diğer öğrencileri de peygamber sayılırlar. Havarilerle beraber bu Havarilerin yetiştirdikleri öğrencileri de peygamber sayılıyorlar. İncil yazarları vahiy alarak İncillerini yazdıkları için bunlar da peygamber kabul ediliyorlar. Ayrıca Hristiyan inancına göre kadınlardan da peygamber olabilir.

İslâma göre Hz.İsa, Meryem oğlu Mesih İsa'dır, o, bir peygamberdir, Allah'tan vahiy almış ve ona İncil nazil olmuştur. Hz.İsa dünyada iken bu İncil tamamlanmıştır. İslâma göre Hristiyanlığın Hz. İsa'dan başka peygamberi, bir tek İncilden başka kitabı yoktur. Ancak Kur'an-ı Kerimin Hz. Muhammed'e nazil olması ile beraber bu İncilin hükmü ortadan-kalkmış, yani nesholunmuştur.

Daha önce belirttiğimiz üzere Hristiyan inancına göre, Hz.İsa'ya vahyedilen bir İncil yoktur, belki de Hz.İsa'nın vahyetmiş olduğu, onun vahyetmesi ile İncil yazarlarının telif ettikleri dört tane İncil vardır. Hristiyanlıkta Hz.İsa ilâh mertebesindedir, ilâhın kitaba ihtiyacı olmadığından, onun da böyle bir kitaba ihtiyacı olmamıştır. İncil yazarları vahiy alan kimseler olarak peygamberdirler, rab İsa'dan aldıkları vahiyleri İncil adı altında telif etmişlerdir. Dört ayrı yazarın yazdıkları şeyler aslında aynıdır, aralarındaki farklılıklar önemsizdir, dolayısı ile ma'na bütünlüğü bakımından değerlendirilince İncil birdir.

Hristiyanlar bu şekilde inanmakla beraber işin doğrusu acaba onların inandığı gibi midir? İncil tek mi, yoksa birden fazla mı? Sahih sayılan İncillerin yanısıra başka İnciller de var mı? Bu konuyu detaylı bir şekilde ele alacağız.